Burada bir şey var, derinlerden gelen, ezelle yarışır belki de. Ilk rüzgarla değilsede ilk çocuklarının sesleriyle doğan bir şey. Uykularımızın derin ak karanlığında işleyen, yaşayan bir şey....
Bahçeciğin güneyine doğru uzanan ağaçların kavuklarına elinizi dayayın. Yılların yorgunluğunun sancılarını seyrekte olsa duyabilirsiniz. Ayaklarınızın götürdüğü yerde çürümüş ağaçların desteğinde tutunan siperleri, dalından düşerek kurumuş yaprakların altındaki ayak izlerini ve farklı pozisyonda uzanmış yatar şekilde duran beden izlerini görebilirsiniz. Görmesenizde ağaçlar gördü. Kökleri ile uzandılar tarihin özüne, ölümün ve zaferin kendisine.
Sis vardı köyün içinde, çıt çıkmıyor. Havada asılı kalan boşluk herkesi rahatsız ediyordu. Belliydi bir fırtına patlayacak, öyle ya da böyle hayatın doğal akışını yerle bir edecek. Küçük köyünde yaşayan insanların hayatları birden bire değişiverecekti. Teşebbüsler vardı... Sisi ve öngürülmezliği yırtmak isteyen elinde kalan paçavraları kuvvetli yumruğun içinde yakarak tüm vücudu tutuşur bir halde fırtınaya doğru karşı gelmek isteyen iç teşebbüsler vardı...
Bir yaşlı, olan bilgeliğinin güveniyle köyün meydanında ilk sözü söyledi. Gelenlerin gücü bizim mislimizdir. İstedikleri silahımız, canımız değil. Bir genç, alev almak üzere bekliyordu zaten. Bu ilk meydan okuma ona doğrudan yapılmamıştı ama öyle ya rüzgarın sürtünmesi bile onun içindeki yangını gün yüzüne çıkarabilirdi. İstedikleri önce silahlarımız, dedi. Ilk önce silahlarımızı alacaklar, sonra 235 mermimi. Kendimi koruyamaz hale geldiğimde bana istediklerini yapabilecekler. Ailemi esir alabilecekler. Vatanımı da öyle. ben silahımı bırakmam! Gözlerinde bir bakış yoktu kök salmıştı toprağa sanki çok derinlere dünyanın çekirdeğine inmişti. Gözlerinde bakmaya cesaret edilemez bir cehennem vardı. Yunan gelmiş! Geçmişimin, şimdimin ve geleceğimin temsili toprağıma basmış. Dost değildir bu gelen ki davet edelim evimize! Kirlidir çizmeleri, şimdiden kanla boyanmıştır! Benim köyüme gelip benden isteyecek hiçbirşeyi yoktur. Olamaz! Bizler Allah'ın adına gaza ederiz. Bu lanetli adımların önünü keseriz. En fazla bu cesaretimizin bedeli olarak canımızı veririz. Ama bilinsin ki o zaman bile silahımı vermem. Ben ölünce ya bir arkadaşım alır onu benden ya da parmaklarımı keserler de alırlar onu benden.
Fırtına yaklaşıyordu, Servetiye köylüleri ise kaderin ağlarını parçalamak için hamle şanslarının olduğu zamanda, başlarını zamanın ötesine kaldırıyorlardı. Vatan toprağını, Mustafa Kemal Paşanın da Sakarya savaşında savunma taktiği şeklinde tasarlayıp, mottosunu oluşturacağı gibi hattı hattına savunacaklardı. O genç kahraman Mustafa TARI, Ahmet CANDANER'in de desteğiyle bir direniş başlatacaklardı.
Bu şehirde birşey var... Dünyaya mal olmuş başka bir isim, HANİBAL Romaya köle olmaktansa kendini zehirlemiş, ve sonsuza kadar Gebze de ebedi uykusuna yatırılmıştır. Bilinmez ama belki Kocaeli onu da çağırmıştır.
Bu şehirde sadece savaşanlar mı vardır? Hayır! İlk aklıma gelen isimler olarak Serkan Keskin, Onur Ünlü, Canan Dağdeviren gibi önemli sanat adamları, bilim insanları, düşünce emekçileri, çok güçlü müzik grupları ya da ses sanatçıları da vardır. Ve belirtmeliyim ki, mesele doğmak değildir burada. Önemli olan o nem dolu soğuk havalarda, çeketinin yakalarını çekerek yukarı, sokaklarını arşınlamaktır. O da İzmitli olmayı hak eden bir davranıştır. Bu şehirde bir şey var... İnsanı kendine bağlayan, ayakta tutan, güzel bir şey. Bu şehirde emek var. İşçinin alın teri var tüm sokaklarında. Zonguldakta doğmuş ve erginliğe erişmiş biri olarak diyebilirim ki her şey gibi çok önemli bir emekçi şehridir İzmitimiz.
Harika bir yazı. Modern Nazım Hikmet. Coşkulu , bilgili... Devamını dilerim.
Tebrik ederim başarılar dilerim. Selamlar Zonguldak'tan.
İlk baştan bir iki satır okudum. Okudukca merak ettim devamını. Sürükleyici güzel kaleminize sağlık
Kocaeli her yönüyle harika bir şehr memleketimizin kıymetini bilelim
Çok güzel bir yazı kaleminize sağlık