Uykusundan uyandıran bir ses, gökyüzünden düşmesine sebep oldu.
Çocukluğun geniş hayal gücü derslere adapte olmasında maalesef olumsuz etki yaratıyor, bazen de hiç olmayan şeyleri gerçek sayarak arkadaşlarına anlatmaktan geri durmuyordu. Lisede olsa ona muhtemelen “Küçüp Prens” derlerdi ona. Ama henüz ilkokul sıralarını aşındırdığından arkadaşları lakap takma konusunda “Dombili”nin ötesine gidememişti. Bu durum Mahir’i tek bir kapının olduğunu inandırıyor, hayal gücüne sarıldıkça kendini güvende hissediyordu.
Elini sıraya vuran öğretmeni ardı ardına birkaç darbe daha indirdi sıraya. Mahir İlk darbede yerinden zıplamış olsa da gözlerinde hala tatlı bir hayal perdesi vardı. Öfkeyle masaya vuran, Türkçe Öğretmeni değil de Osmanlı’nın elini mermere vurarak antrenman yapan “Deli”leriydi sanki.
Nihayet masaya inen 3. Darbede kendine geldiğini öğretmeni anlamıştı. Hemen yüzüne acele bir masaj yaptı Mahir. Yüzünün kızarmış taraflarını dengelemeye çalışıyor, hoşlandığı kızın ve tüm sınıfın ilgisi üzerindeyken sakin kalmaya çalışıyordu.
Türkçe öğretmeni Onu doğrudan tahtaya kaldırarak eli ile tahtada yazılı olan cümleyi gösterdi. Mahir ırmağa salınmış bir sepet gibi yavaşça tahtaya doğru süzüldü. Attığı her adımda sanki oda sıcaklaşıyordu. İnce bir çizginin üzerinde bir cambaz gibi yürüdüğünü hissetti. Ve ellerini iki yana açarak küçük adımlarla tahtaya ilerlemeye devam etti.
Nihayet tahtaya iyice yaklaştığında ellerini indirip diz kapaklarının üzerine dayadı. Gözlerini kapatıp, nefesini kontrol altına aldı. Alnında birikmiş teri silerek tahtaya doğruldu. O an her yer bembeyaz oldu. Önünde beyaz bir tahta ve bir adet cümle vardı. Öğretmeni cümlenin edilgen mi? yoksa etken mi? olduğunu sormuştu. Ve o an fark etti ki bilmediği çok sert bir taşa tosladı.
Cümlenin etkenliği ve edilgenliği hakkında zihnini zorluyor. Hafızasında işe yarar hiçbir şey bulamıyordu. Adeta bembeyaz bir odanın içerisinde kalakalmıştı. Başka bir renk var edemiyordu. Hayal gücü o an onu terk etmişti. Kafasını öne eğerek kalemi tahtanın kalemlik bölümüne denizin attığı yosunlar gibi yavaşça bıraktı. Öğretmeni ise sorun olmadığını bir dahaki sefere daha başarılı olacağını söyledi.
Ama onun derdi bilemediği Türkçe sorusu değil, kendini mutlu eden saf hayallerinin kendisini terk etmesiydi.