Dört duvar bir odanın ortasında yeşil bir koltukta oturuyordum. Duvarlar 3’er adım civarında uzuyordu. Belki dört. Birbirine eşit uzaklıktaki bu duvarların ortasında etten bedenim, merkezde bulunan oval halının üzerindeki koltuğun üzerine su gibi kaplarcasına oturmuştu. Gözlerim kapalı ve dimdiktim. Görseniz içi doldurulmuş bir hayvan gibiydim. Öldüm mü? Diye düşünüyordum.
Ruhum yukarıdan bedenime bakıyordu. Duvarlarda saatler vardı. Birçok renkte ve şekilde saatler. Kare, beşgen, üçgen, yıldız ve daire şeklinde yüzlerce saat, yüzlerce renkte. Ve hepsi farklı bir işarette. Saniyeler farklı dakikalar ve saati gösteriyordu. Hiçbiri birbirinin aynısı değildi. Saatlerle dolu odada saat kaçtı bilmiyorum. Ama saatler hep ileri ya da geriydi. Ve tik tak sesleri ritmik değildi. Noktası olmayan bir sicim gibi peşi sıra gürültü oluşturuyorlardı.
Duvar ise yükseliyor, uzayıp gidiyordu. Çatısı ise yoktu. Lacivert gökyüzünü ve mor bulutları görüyor, anafor oluşturarak tavana kadar uçmaya çalışıyordum fakat sesler saat sesleri yukarıya çıktıkça baritonlaşıyor, takatimi yok edip aşağı düşürüyordu beni. Bulutlara bakıp neden mor olduklarını çözmeye çalışıyordum. Bir yerden mor bir ışık gökyüzüne vuruyordu ama neydi bunun kaynağı. “Burası Dünya değil” diye düşündüm. Burası belki de başka bir gezegendi bedenime baktım nefes alıyordu. Nasıl gelmiştim ki buraya? Bedenimin yanına oturdum. Dokunmaya cesaret edemiyordum. Uçmak hoşuma gitmişti.
Aniden telefonuma bir mesaj geldi. Kendimi evimde odamın içerisinde buldum bu sefer. Sıkıntıdan kurduğum hayali sona erdiren bu mesaja bakmam gerekiyordu. Çünkü hayal kurmak bile artık sanıldığı kadar tatlı değildi.
Belen Hanım yazmıştı. Bir karakterden bahsediyordu. Bir kız, hamburger sevdası isimli 190 karakterlik bir yazıydı bu. 4 buçukta trenden inip ıslak hamburger yemek uğruna son arabayı kaçıran ve hala yollarda olan perişan bir kızdan bahsediyordu. Bir anda neşem yerime gelmişti. Islak hamburger uğruna sorun yaşayan bir kahraman şimdi bile düşündüğümde komik bir durumdu. Tabi ki bu kahraman kendisiydi. Onun kendine ait olan macerasını kullanabileceğimi söylemişti. Gerçekten kahramanları düşünmeye başladım.
Kahramanlar Türlü kötülüklerle mücadele ederler, ama hepsi çok güçlü değildir, ya da inanılmaz zeki, bazıları ahlaksızdır bile. Biz bunlara anti kahraman diyebiliriz fakat insanların içinde bir yer kapan bu kahramanlar pekâlâ bir kahramandır. Örneğin Bukowski benim kahramanlarımdan biriydi. Fakat edebiyat dünyasının da anti kahramanı gibiydi. Peki, benim sıkıntıdan hayallerimde duvarı aşamayan ruhuma iyi gelen belen? O bir kahraman değil miydi? Pek çok kişi bilmiyordu onu fakat bu demek değildi ki bilinmeyen kişi kahraman olamaz. Belki herkesin değil ama o kısacık anda benim kahramanım oluvermişti.
Kahramanların ortak özelliği bence sevgidir. Düşüncelerim sonunda sevgi üzerinde karar kılmak istedim. Sevmeyen kahraman olamazdı. Sade bir şöhret uğruna ya da şan, kimseye kahramanlığı getirmeyecekti. Belki insanlar ondan korkacaktı hatta bazıları korkudan delirecek, onu sevdiklerini sanacaklardı. Ama kahraman fedakârlık ve sevgi gerektiriyordu.
En şanlı kahramanların ülkesi Türkiye’de böylesine seven pek çok isim vardı. Sadece vatan uğruna bir el olmuşlar, düşünmeden ne gerekirse onu yapmış olanlar da vardı. Aksine düşünenler de. Atatürk, Yakup Cemil, Enver paşa, Ömer Halisdemir, Bülent Ecevit, ve sokak hayvanlarını, yaşlıları yalnız bırakmayanlar. İhtiyaç sahiplerinin olabildikleri kadar yanlarında olmaya gayret edenler. Onlar ki içi boş kurak bir çöl değildir. Onlar tohum olup geleceğe bırakacak bir şeyler oluştururlar ve filizlenmesi üzerine gömerler.