Ya bir çeşme başında, ya deniz kıyısında kumların üzerinde, ormanda kamp ateşinin başında dillere pelesenk olmuş “Akdeniz Akşamları” şarkısı. Ne güzel, mutlu gençler, yüzler neşeli, ne gam ne keder.
Akdeniz akşamları var ya yeter. Ellerde buz gibi içecekler, çıtır çıtır yanan bir ateş ve yüzlere vuran ateşin şavkı. Aşkla, sevgiyle tutuşmuş eller, gitarın tellerinden yükselen ve kulakları okşayan müzik.
Evet, Akdeniz keşke hep böyle mutlu akşamlarda aşkla, sevgiyle anılsa değil mi ? Ama öyle olmuyor. Çıkarlar, stratejik hesaplar, enerji kaynakları, münhasır bölgeler, kıta sahanlığı, petrol şirketleri, iç savaşlar ve çatışmalar, gemiler, askerler, uçaklar, tatbikatlar, sınırlar, yaparsın-yapamazsınlar!!Akdeniz gerçeği veya daha doğrusu Akdeniz sorunu.
Akdenize kıyısı olan olmayan ükeleri karşı karşıya getiren ( hadi kıyısı olan ülkeleri anladık ta, kıyısı olmayıp hariçten gazel okuyanlara ne demeli ) nedir? Bu konuyu anlamak için önce sık sık dile getirilen birkaç kavram var. Kısaca onlara bakmak gerekiyor.
Karasuları, kıyı devletinin kara ülkesini çevreleyen uluslararası hukuka uygun olarak belirli bir genişliğe kadar uzanan kıyı devletine ait deniz alanını ifade eder.
Kıta sahanlığı, kıyı devletinin kara ülkesinin denizin altında süren doğal uzantısına verilen addır. Kıta sahanlığında kıyıdaş devlet deniz yatağını ve veya toprak altını araştırma ve o bölgedeki doğal kaynakları işletme hakkına sahiptir.
Münhasır ekonomik bölge, bir kıyı devletinin karasuları esas çizgisinden başlayarak 200 mile kadar varan ve karasuları dışında kalan su tabakası ile deniz yatağı ve onun toprak altında kıyı devletine münhasır haklar tanıyan deniz yetki alanıdır.
Yukarıda açıklanan bu kavramlar uluslararası anlaşmalarda ve ilişkilerde geçen taraf ülkelerin kabul ettiği kavramlardır. Yani sana öyle bana böyle değil.
Neyse o! Peki Akdeniz niçin önemli ve bütün uluslararası akbabalar niçin gözlerini buraya diktiler. On bin kilometre öteden gelip neden sahiplik taslıyorlar?
Çünkü tarih boyunca önemli bir ticaret ve ulaşım merkezi olan Doğu Akdeniz, 20. yy’ın başlarından itibaren
zengin hidrokarbon yataklarının tespit edilmesiyle de önemli bir enerji kaynağı sahası olduğu tespit edilmiştir.
Doğu Akdeniz oldukça yüksek stratejik öneme sahip bir coğrafyadır. Zengin hidrokarbon yataklarının yanı sıra, dünya ispatlanmış petrol rezervlerinin % 47’sini, doğal gaz rezervlerinin % 43’ünü barındıran Orta Doğu coğrafyasının; Akdeniz’e, Ege’ye, Karadeniz’e ve Atlantik’e açılan enerji nakil hattı konumundadır.
Bu coğrafyanın kalbinde ise stratejik konumuna bağlı olarak, Türkiye’nin de güvenliğinden en hassas dengelerinden birisini oluşturan Kıbrıs adası vardır. Başta İngiltere, Rusya, İsrail ve ABD olmak üzere Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Avrupa Birliği ülkeleri açısından da stratejik ve askeri önemini korumaktadır.
Ülkemiz açısından hem güvenlik hem stratejik hem de ekonomik anlamda yaşamsal önemi olan Doğu Akdeniz’de son dönemde özellikle Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi- Mısır- İsrail ve Libya’nın aralarından yapmış oldukları ve Fransa’nın bölgede önemli aktör olma isteğiyle birlikte ateşi körüklediği ortamda amaç Türkiye’yi karaya hapsetmektir.
Bölge yeraltı kaynaklarında sadece kendi haklarının olduğunu ve çıkarılacak hidrokarbon kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerden Türkiye’yi dışarda tutmak isteği adı geçen devletlerin ortak hedefi olarak görülmektedir.
300 yıl boyunca bir “Türk Gölü” olan Akdeniz’de ülkemizin yalnızca İskenderun limanı ve çevresine (!) hapsedilme çabaları kesinlikle kabul edilemez. Münhasır ekonomik alanlar çerçevesinde devletimiz tarafından yapılan araştırma ve inceleme faaliyetlerimizin tamamı Birleşmiş Milletler nezdinde ilan ettiğimiz yasal alanlarda yapılmaktadır. Araştırma gemilerimize eşlik eden donanmamız bir tehdit unsuru değil yapılan hukuksuz tacizlere karşılık koruma amaçlıdır.
Aksine bu haklı durumumuz karşısında panikleyen ve saldırganlaşan Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’dir. Bunun en net örneğini Yunanistan’ın Fransa ile Akdeniz’de yaptığı ve doğrudan ülkemizi hedef alan ortak tatbikatta ve ardından Rum yönetimi Dış işleri bakanı Hristodulidis’in Türkiye’ye karşı Avrupa filosu oluşturuyoruz şeklinde verdiği küstah beyanattır.
Gerek Yunanistan’ın gerekse Güney Kıbrıs Rum yönetiminin, Fransa’nın desteğiyle ülkemizi yalnızca Anadolu ana karasına sıkıştırmaya yönelik hukuk tanımaz tavrına karşılık “Mavi Vatanımızı korumak ve bu duruma tepki vermek her Türk vatandaşının asli görevidir. Bu bölgede bize biçilen alan 41.000 km kare iken bizim ilanımız 189.000 km karedir.
GKRY. adada söz sahibi olan KKTC ve Doğu Akdeniz'de en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye'yi gözardı ederek, Mısır'la 2003'te, Lübnan'la 2007'de ve İsrail'le 2010'da imzaladığı sözde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırma anlaşmalarıyla bölgeyi tek taraflı olarak 13 parsele böldü.
Kıbrıslı Türklerin haklarını hiçe sayan bu hukuk dışı işlemler hem KKTC hem Türkiye tarafından en başından beri kabul edilmediği gibi bu işlemlerin uluslararası hukuka aykırı olduğu da her ortamda dile getiriliyor.
Bölgede GKRY'nin dışında ABD, Rusya, Fransa, İtalya, Mısır, İngiltere, İsrail ve birçok devlet askeri temaslar, iş birlikleri ve ortak tatbikatlarla bölgede varlığını sağlamlaştırmak isterken, devam eden Suriye ve Libya sorunu bölgenin askeri olarak da önemini artırıyor.
Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail, Mısır hem Türkiye Cumhuriyetini hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini Akdeniz de yok sayarak ve görmezden gelerek Fransa, İtalya, ABD, Rusya, Kore gibi ülkelerle ikili veya çoklu anlaşmalar yaparak Akdenizi kendi kafalarına göre parselleyip sondajlama çalışmalarına başlamışlardır.
Hukuksuz bir şekilde ve Türkiye’yi yok sayarak sondaj izni verilen şirketler:
Eni, Total, Novatek, Noble Energy, Exxon Mobil, Shell, Bp, Korea Gas,dir Tabi bunlara kıyıdaş ülkelerin yalama-yalaka petrol şirketleri de ortaklık ve kılavuzluk ediyor, zenginliklerini peşkeş çekiyor. Bu şirketlerin geçmişlerine bakıldığında kan, göz yaşı, karışıklık, darbe, sömürü olduğu çok kolay görülebilir. Bu şirketler nereye girdilerse mutlaka orada bir savaş, sömürü meydana gelmiştir.
Tüm bunlar yaşanırken, kendi haklarıyla birlikte garantörlükten doğan sorumluluğu nedeniyle Kıbrıs Türklerinin haklarını da korumak isteyen Türkiye ise başta GKRY’nin ve diğer bölge ülkelerinin tek taraflı girişimlerine karşı diplomatik ve barışçıl çözüm yollarını ön planda tutuyor.
Doğu Akdeniz’deki kararlılığından vazgeçmeyen Türkiye, bölgenin sahip olduğu enerji kaynakları hakça paylaşılarak çözüm bulunmadığı sürece KKTC’nin haklarını savunmaya devam edeceğini ifade etmeye devam ediyor. Türkiye kendi mülkiyetinde olan üç sondaj ve iki sismik araştırma gemisi ve bunlara eşlik eden Deniz Kuvvetlerine ait savaş gemileri ile Akdenize açılmış, böylece Türkiye, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını savunmak için harekete geçmekten çekinmeyeceğini bölgedeki tüm aktörlere bir kez daha göstermiştir.
Karada ve denizde hiç kimsenin çıkarlarında gözü olmayan bir milletiz. Ama bize kem gözlerle bakanında gereğinde gözünü oymasını biliriz. Yakın tarihimiz bunun örnekleri ile doludur.
Yunanlıların 1919 ‘da Fransızların, İngilizlerin, İtalyanların dolduruşuna, gazına gelerek Anadolu’yu fetetme hayalinin Akdeniz’de nasıl boğulduğunu unutmamalarını, yarın işler ciddiye bindiğinde pandemi’de bile birbirine yardım etmeyen-edemeyen Avrupa Birliğinin o durumda hayda hayda kendilerini satacağını bilmelerini veya en azından tahmin etmelerini umuyorum. Dost Yunan halkı ile hiçbir sorunumuz olmadığını biliyorum çünkü en çok ziyaret ettiğim ülkedir, sözüm kendini bilmez siyasetçileredir.
Barış içinde, sağlıcakla kalın.
Akdeniz bizim bunu her Türk genci olarak kınıyorum. Vatanımız bizim
Münhasır ekonomik bölge üzerine kitap yazan ve bu konuda ülkeye yararlı bilgiler verecek amirali bilinçli olarak görevinden ettik. Biz içeriden kaybediyoruz, dışarıdakiler ne yapmaz ki.
Kaleminize yüreginize sağlık hocam