İkinci Dünya Savaşı ile ilgili kitaplar, filmler, belgeseller, makaleler ve o günleri yaşamış kişilerin anlattığı anılarını sanırım büyük çoğunluk izlemiş, okumuş veya dinlemiştir. 1939 ve 1945 yılları arasında dünyayı kana bulayan birkaç delinin yaptıkları onca yıl geçmesine rağmen içimizi yakar. İnsanın insana yapabileceği kötülüğün sınırı olmadığının bir kanıtı gibidir2.Dünya savaşında yaşananlar. Bu savaşta en çok zarar görenler Yahudiler ( Holokost ), Çingeneler, Engelli İnsanlar, farklı ten rengine sahip olanlar yani ari ırk dışında kalanlardır. Savaş bittikten sonra Nazilerin yaptığı bu zulüm ve soykırımın utancını bir nebze olsun örtbas etmek, yahudilere kendilerini affettirmek için 1948 yılında Tevrat’ta yahudilere vaat edilen topraklar ( aşağıda bunun kısa hikayesine yer vereceğim ) üzerinde bir oldu bittiye getirilerek İsrail Devleti Birleşmiş Milletler tarafından kurdurulmuş ve hemen tanınmıştır. Tabi bu tarihe gelene kadar çeşitli ülkelerden ve çeşitli milliyetlere sahip yahudiler ya toplu olarak ya da bireysel olarak ortadoğuya yani Filistin topraklarına göç etmiş, buralarda arazi almış ve yerleşim yerleri , mahalleler kurmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğundan da toprak satın alma girişimleri olmuş ancak o dönemde buna sıcak bakılmamıştır. Osmanlı parçalanıp o bölgeleri İngilizlere, Fransızlara, İtalyanlara ve onların işbirlikçisi Arap kabilelerine bırakınca Yahudilerin bölgeye gelişleri hızlanmış ve sayılarıda artmaya başlamıştır. Nazilerin yaptığı soykırım da buna önemli katkı sağlamış ve Filistin toprakları hayatta kalabilmenin umudu ve şansı olmuştur. Hitler’in yahudilerden ve ari ırka mensup olmayan topluluklardan nefretini kişiselleştirenler vardır ama konu öyle çok basit değildir. Yani Hitlerin psikopatlığı, çocukken yaşadığı travma vs. bunlarla anlatılacak bir durum yoktur. Yahudi düşmanlığının tarihsel bir arka planı ve geçmişi vardır. Merak edenler bu konularda yazılmış tezlere, kitaplara bakabilir. Bir gazete makalesine sığmayacak kadar uzun bir hikayedir. Hitlere mal edilmiş bazı sözler vardır. Hitlere sormuşlar Yahudiler olmasaydı ne yapardın diye o da yahudileri yaratır tekrar öldürürdüm demiş. Yani nasıl bir nefretse anlamak mümkün değil. İkinci Dünya Savaşı bir insanlık ve nefret suçuydu. Peki insanlık bu yaşananlardan ders aldımı? Günümüzde yaşananlara bakarak hiç ders almadığını söyleyebiliriz. Yahudiler ders aldımı? Filistin’de, Gazze’de yaptıklarını gördükçe onlarında hiç ders almadığını söyleyebiliriz.
Hitler yaptıklarıyla ve günahlarıyla tarihe gömüldü ve Almanlar bunun için özür diledi. Peki İsrailli yöneticilerin Filistinliler için söyledikleri ve düşünceleri nelermiş bir de onlara bakalım
Filistinliler diye bir şey yoktu… mevcut değillerdi. Golde Mair, İsrail Başbakanı , 15.06.1969
Doğu Kudüs Araplarının ilhakı istemediklerinin doğru olduğuna inanıyorum fakat biz onlar istediği için orda değiliz. Moşe Dayan, İsrail Savunma Bakanı , 10.08.1967
Artan Yahudi göçü savaştaki kazanımlarımıza güç ekleyecektir; toprakları işgal etmek yeterli değildir, oralara yerleşmemiz de gereklidir. Abba Eban, İsrail Dışişleri Bakanı , 10.08.1967
Kendimize sormalıyız: Nasıl bir İsrail istiyoruz? Ben şöyle diyorum: Yahudi bir İsrail, hiçbir soruya ve kuşkuya yer bırakmayacak kadar Yahudi bir İsrail. Azınlığın yüzde elliyi oluşturup oluşturmadığı gibi günlük bir korkunun olmadığı Yahudi bir İsrail. Golda Meir, İsrail Başbakanı , 06.06.1969
Fakat onlar insan değil, halk değil, onlar sadece Arap. David Hacohen, İsrail Knesset Dışişleri komisyonu sekreteri. 18.10.1973
Arapları yerlerinden etmeden, toprakları müsadere etmeden ve onları dışarda tutmadan Siyonist yerleşim olmaz, Yahudi devleti olmaz. Yeshaayahu Ben-Porat , 14.07.1972
Filistin devletine izin verilmesi bizim için tasavvur edilemez bir şeydir. Menachem Begin, İsrail başbakanı , 30.05.1977
Şimdi bu söylemlere baktığımızda halen devam eden ve giderek bir insanlık dramı haline gelen Gazze saldırılarını anlamak ve bir zemine oturtmak sanırım daha akılcı olur. Yani bu yaşanan katliamlar, insanlık suçu bağıra bağıra geliyorum demiş ve bütün dünya bu sesi ya hiç duymamış ya da duymazdan gelmiş. Mangalda kül bırakmayan müslüman ülkeler ki bir çoğunun kişi başı milli geliri bizimkinin kat kat fazlası olmasına rağmen gıklarının çıkmadığına şahit olmuşuz. Yazık ki ne yazık.
Peki Siyonizm nedir? Kısaca onada bir göz atmakta fayda var.
Siyasal Siyonizm dünya Yahudilerinin bir halk olduğu ve bir halk olarak ulusal yuvaları olması haklarının bulunduğu öncülüne dayanır.
Siyonist düşünce 1896’da Avusturyalı Yahudi Theodor Herzl tarafından ‘Yahudi Sorunu’na çözüm olarak canlandırılmıştır.
Herzl 1897’de Basel’de ilk Siyonist kongreyi toplamış ve kongre şu kararları almıştır;
Siyonizmin amacı, Yahudi halk için Filistin’de kamu hukukuyla güvence altına alınmış bir devlet yaratmaktır.
Kongre bu amaca ulaşmak için aşağıdaki adımları izlenmesine karar vermiştir:
- Filistin’de uygun yollarla, Yahudi tarım ve sanayi işçilerinin koloniler kurmasının sağlanması.
- Uygun kurumlarla, yerel ve uluslararası örgütlerle bütün Yahudiliğin bir araya gelmesini ve örgütlenmesini, her ülkenin yasalarıyla uygun biçimde sağlamak.
- Yahudi ulusal duygu ve bilincini güçlendirmek ve beslemek.
- Siyonist amaçların elde edilmesi için zorunlu yerlerde hükümetlerin rızasını almak üzere hazırlık çalışmalarını yapmak.
Siyonist temsilciler çeşitli imparatorluklarla görüşmeler yapmışlardır. 1898’de Alman Kayzeriyle, 1901’de Osmanlı Sultanıyla görüştüler. 1903’de İngiltere hükümeti Siyonistlere Uganda’yı önerdi. Öneri altıncı kongrede kabul edildi fakat sonradan reddedildi.
Sonunda İngiltere hükümeti 1917’de Balfour Bildirisi’ni yayınladı. Daha sonra, Bildiri’nin de kapsadığı bir biçimde Milletler Cemiyeti’nden Filistin mandası yönetimini aldı. İngilizlerin manda yönetimini almasıyla İsrail devletinin kurulma yolunun taşları döşenmeye başlamış oldu ve 1948’de de resmen kuruldu. Kurulduğundan beri de yayılmaya , işgale devam etti. Son Gazze saldırısıda aslında bu yayılma ve işgal politikasının bir parçasıdır.
Peki sürekli çek sündür edilen, paylaşılamayan, uğrunda binlerce kişinin öldüğü veya öldürüldüğü Filistin neresidir?
Filistinlerin M.Ö. 12.yüzyılda Girit’den veya güney Anadolu kıyılarından bugünkü Filistin kıyılarına göçettikleri söylenir.
Filistin, Milletler Cemiyeti tarafından “manda rejimi” adı altında 1922 de İngiltere’nin yönetimine verildiği zaman, Filistin denen topraklar esas itibarile, Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria Nehri (Jordan River) arasında kalan topraklardır. Şeria nehrinin döküldüğü Ölü Deniz (Lut Gölü) de Filistin’in doğu sınırına dahildir.
Manda yönetiminin sınırları ise şöyle çizilmiştir; Kuzeyde Akdeniz kıyısında Ra’s al-Nakaru’dan, kuzey-doğuda Banyas’a uzayan bir çizgi, buradan güneye dönerek Taberiye gölü, Şeria Nehri ve Vadi’l-A’raba ve Ölü Denizden Akabe Körfezine uzanmakta ve oradan da kuzey-batıya dönerek Akdeniz kıyısında Han Yunus güneyinde Tell Refah’a ulaşarak Filistinin sınırlarını meydana getirmektedir.
Yahudilerin Filistin ile olan tarihi bağları esas itibariyle Tevrat’a dayanmaktadır. Tevrat, İncil’in birinci kısmını teşkil eden Ahd-i Atik’in (Old Testament) üç ana kitabında en kutsal olanıdır. Ahd-i Atik, bir tarih, bir şiir kitabı, bir kanun, bir vahiyler ve ilahiler topluluğudur. Onda eski zamanlara ait hikayeler, Allah’ın (Yehova) emirleri, Filistin’in tarihi ve bir takım ilahiler bulunmaktadır.
Tevrat’ın yaradılışa ait olan ilk kitabı Genesis’e göre yahudi kavminin başlangıcı ibraniler’dir ve ataları da Abraham (İbrahim) dır. Genesis’e göre, Abraham, Nuh’un oğullarından Sam’ın üçüncü oğlu Arfaksad’ın torunu haber veya Hibir’in (Hebreux, Hebrew- İbrani deyimi buradan gelmektedir) torunlarından olup, Kalde’nin Ur (El-Magir) şehrinde dünyaya gelmiştir. Daha sonra babası ile birlikte Mezopotamyanın Harran şehrine gelen Abraham veya İbrahim babasının ölümünden sonra, Yehova’nın (Allah’ın) emrine itaat ederek, kabilesinin başında Kenan diyarına göç etmiştir. Bu hadisenin Babil hükümdarı Hamurabi zamanında, M.Ö. 21. Yüzyılda olduğu ileri sürülmektedir. Dini kaynaklara göre, İbrahim veya Abraham, “Vahdet-i İlahiye” yani “Tek tanrı” veya “Tanrı’nın Birliği” kavramını ortaya atan ilk mürşid, ilk peygamberdir. İbrahim’den sonra kabilesinin başına oğlu ishak geçmiş, İshak’dan sonra da, İsrail adını alan Yakup (Jacob) başa geçmiştir ki, Yakup’la birlikte İbraniler Beniisrail, yani İsrailoğulları veya İsrail kavmi adını almıştır. Yakup’un 12 oğlu vardı ve bunlar İsrailoğullarının 12 kabilesini teşkil etmişlerdir. İbrahim’in Kenan diyarında bulunduğu bir sırada yaptığı bir kahramanlık üzerine, Tevrat’ın efsanesine göre, Allah bir gece rüyasında İbrahim’e görünmüş ve “Mısır nehrinden ( Nil nehri ) büyük nehir olan Fırat’a kadar Kenaniler, Keniziler, Kadmoniler, Hetiler, Feriziler, Refailer, Amoniler, Girgaziler ve Jebusi’lerin memleketini senin nesline veriyorum…” diyerek Nil’den Fırat’a kadar olan toprakları İsrailoğullarına bahşetmiştir. İşte vaat edilmiş topraklar söylemininde dayandığı efsane budur.
Geçmişi ve efsaneleri bir yana bırakalım ve günümüze dönüp bu işin çözümü nedir ona bakalım. Filistin- İsrail sorunu kalıcı bir çözüme kavuşturulmadığı sürece dünyanın ortadoğu bölgesinde sürekli kanayan bir yarası olarak var olmaya devam edecektir. Bu kanayan yara hem bölge ülkelerini hem de dünyanın neresinde olursa olsun bütün ulusları-insanları rahatsız edecektir. Bu gün güncel Filistin ve İsrail haritasına bakıldığında parçalanmış, bütünlükleri bozulmuş, birbirlerine geçişleri olmayan toprak parçacıklarından oluşmuş bir harita görürsünüz. Açıkcası emperyalizmin değişmez kuralı olan parçala-böl-yönet-yut stratejisini çok net olarak bu bölgede görebilirsiniz. Onun için öncelikle bu stratejiyi boşa çıkarmak lazım. Kudüs şehrini ortadoğunun İsviçresi yapmak yani özerk bir bölge haline getirmek ve askerden arındırmak, yönetiminide BM tarafından kurulacak bir komisyona vermek lazım. 1948 öncesindeki coğrafi bölgeyi mevcut yerleşimler, sınırlar vs .hiçbirini dikkate almadan önce bütünleştirip daha sonra iki bölgeye ayırmak ve her iki bölgenin Akdeniz’e kıyısı olacak şekilde Filistin Devleti ve İsrail Devleti’ne vermek. Bu yeni sınırlar içerisinde nüfus mübadelesini yapmak ve her iki devletin sınırlarını bundan sonra herhangi bir sürtüşmeye, çatışmaya ve sorun yaratmaya izin vermeyecek şekilde belirlemek lazım. Kıbrıs’da olduğu gibi bağımsız iki devlet . Çokmu ütopik oldu?
Bazen ütopyalar geleceği şekillendirir, şayet bu olmazsa kanayan yara kanamaya devam eder, 19 bin, 25 bin, 40 bin insan öldü, 80 bin insan yaralandı, hastane bombalandı, okula saldırı yapıldı, 12 bin çocuk kayıp gibi haberleri tv haberlerinde çekirdek çitleyerek izlemeye ve birkaç saniyeliğine vah vah yazık bu insanlara deyip masterchef’te kim elenecek diye merak etmeye devam ederiz. Arap şeyhleri yatlarına yat, katlarına kat katmaya devam eder. Bu bölgede karanlık hedefleri ve amaçları olan güçlerinde heveslerinin kursaklarında kalması için gereken yapılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti zaten üzerine düşeni fazlasıyla yapmaktadır, karanlık güçlerin karanlık emellerine ulaşmalarındaki en büyük engelde Büyük Türk Milleti ve ilelebet yaşayacak Türkiye Cumhuriyeti’dir. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ve umutsuzluğa kapılmasın.
Komşusu açken tok yatan bizden değildir diye bir söz vardı, kimin sözüydü acaba, bilen varmı veya daha doğrusu hatırlayan var mı!
Hoşçakalın. Prof.Dr.Gazi Uçkun
Kaynakça
Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, Fahir Armaoğlu
Belgelerle Filistin, Ribhi Halloum
Kalemine sağlık güzel bir yazı olmuş
Komşusu açken tok yatan bizden değildir. Peygamberimiz sav. Sözüdür ama sanki hiç Müslümanlarının dememiş gibi...
Faydalı buldum
Emeğinize ve kaleminize sağlık.Bir çok düşündürücü ve gerçek konulara değinmişiniz .Selamlar.