Dünyanın tek Kıtalar arası Maraton koşusu 44. Yılında İstanbul’da koşuldu.
İnsanlar ister sağlık için, ister sınırlarını zorlamak, isterse de aile etkinliği yapmak, ne için isterlerse ne amaç edinmişlerse onun için koştular. Güzel denilebilecek bir Sabah da binlerce koşucu vardı, İstanbul’un boğazında. Belki Dünya’nın boğazı desek yanlış olmaz. Türkiye Jeopolitik önemi ile bu unvanı da hak edebilir. Hatta bir efsane olan sözleri duymayan Türk yoktur. Napolyon bonapart’ın “Eğer dünya tek bir devlet olsaydı başkenti İstanbul olurdu” Cümlesini.
İstanbul tarihin Pek çok zamanında Pek çok devlete başkentlik yapmıştır. Napolyon efsanesi gerçek olmasa dahi bu gerçek İstanbul’un dolayısı ile Türkiye’nin ne büyük bir marka olduğunu kanıtlar durumda.
Türkiye bu kıymetin farkında mı?
İstanbul her zaman bir büyük uygarlık merkezi olmuş genelde hayalleri süslemiştir. Kocaeli’de aşağı kalır değildir tabi ama Kocaeli’yi de yaşayan bilir. Bir de depremlerden ötürü zarara uğramıştır bu durum kültürel gelişimine ağır darbe vurmuştur.
Osmanlı devletinde bir dönem yürürlükte olan bir uygulama vardır. Bu uygulamada İstanbul’a giriş yapmanız için elinizde Mürur Tezkeresi adlı belgelerin olması gerekirdi. Belge bir nevi iç pasaport niteliği sergiliyordu. Böylece şehre giriş çıkışlar kontrol altına alınarak İstanbul ve kültürü korunmaya çalışılıyordu. Tabi bu hareket insan haklarına saygılı olmadığı gerekçesiyle 2. meşrutiyet döneminde kaldırıldı.
Bir şehrin kültürünü korumak istiyorsak tüm ülkenin kültürünü korumalıyız.
Kültür denildiğinde aklımıza çok detaylar gelmesin, Osmanlı yüksek kültüründe pencere köşesine konulan çiçek dahi bir imge olarak ifade bulmuştur. Bu kadar detaylı olmasa da bir milleti oluşturan imgeler bellidir. İtalyanlar Piza yer, Amerikanlar fast food, Almanlar disiplinlidir, Japonlar onurlu vs...
Türkiye’de bu durum kaybolmak üzere değil midir? Değişim iyi olsa da organize olma ve birbirimizi savunma yeteneğimiz sanki zayıflıyor. Nasıl zayıflamasın ki, Günde 10 saate evde olmayan anne baba çocuğuna ne öğretebilir. Neyi gösterebilir? Daha sonrasında Anne yalnız, Baba yalnız, Çocuk yalnız. Birliğin beraberliğin özlemi içerisinde yapay birliktelikler inşa etme gayretine düşerler.
İstanbul ise yapayalnız, mürur tezkeresine ihtiyaç duyamayız o çağın gerisinde kaldı. Artık bütünden detaya hareket etmemiz gerekir. Hala İstanbul çeşitli yatırımlarla büyütülmeye çalışılıyor. Nüfusu arttırılmak isteniyor, Yeşilinin yok edilmesi, denizinin kirletilmesi önemsenmiyor. İstanbul’un kültürü ise kalmamış durumda. İstanbul neden bu kadar değersizleştiriliyor. Bir kültür başkenti olması gereken bu mekan neden insan kalabalığı altında baskıya uğruyor anlamak zor.
İstanbul 330-1923 yılları arasında iki imparatorluğun başkenti olmuş inanılmaz bir şehirdir.
Bu şehir aynı zaman da iki büyük dinin de ev sahipliğini yapmıştır. Fakat bugün baktığımızda büyük imparatorlukların başkenti olarak görmüyoruz. Mültecilerin yoğun olarak kümelendiği, İnsanların zar zor hayatlarını sürdürdüğü, sokakta yürürken çekindiği ve kötüsü gezip görmek için eskisi kadar dikkat çekici olmadığı bir şehir artık İstanbul.