Ülkemizde Cumhuriyet’e geçişle birlikte yeni haklara kavuşmuş olsa da kadın hâlâ “çile sembolü”dür kadın.
Atatürk’ün kadınlar için sağladığı haklara rağmen kanun ve kural sapması, yobaz algısı ve töre baskısı gibi sebeplerle kadınlarımız, toplum hayatında tam olarak yer edinememiştir.
Basından izliyoruz, her gün hayatını kaybeden, eşinden dayak yiyen, maganda ve meczup saldırısına uğrayan nice kadının başına gelenleri… Bu olgular “kadının yazgısı” haline gelmiştir ülkemizde.
Kadın, önce öğretmendir.
Aile mutluluğunda en büyük payın sahibidir kadın.
En büyük ekonomisttir.
Mutfağın yönetilmesini sadece tencerenin kaynaması olarak gören erkek önce kendisini aldatır. Bunları çoğaltabiliriz.
Bu özelliklerine rağmen kadınımızın toplum hayatına tam olarak nüfuz edebildiğini söylememiz mümkün değildir.
TBMM aritmetiğine bakarsak orantısızlığı gayet net şekilde görebiliriz. Kadınlarımızın dünyanın gelişmiş ülkelerindeki kadınların eriştiği seviyenin gerisinde kaldığını söylememiz ise her zaman mümkündür.
Türk kadını, verdiği mücadelede ve sesini duyurmakta yetersiz kalmaktadır.
Kadın ve kadın hakları konusuna dinimiz geniş yer vermesine, din adamlarımız dini esasları anlatıyor olmasına rağmen bizlerin duyarsız kaldığı aşikârdır.
Veriler, sadece belirli sayıdaki kadınımızın ekonomi, eğitim ve idare alanlarında öne çıktığını gösterse de büyük çoğunluğun hukukî varlığı kâğıt üzerinde kalmakta
TBMM gibi yüce bir mevkide konuşmaların yapılacak olması, ülkemizi yurt dışında temsil edebilme onuruna erişen, iş ve ticaret hayatında öne çıkmış kadınlarımızın girişimlerinin dile getirilmesi gurur duymamıza vesile teşkil edecektir.
Sonuçta bu konuşma ve etkinlikler bir güne sığdırılacak, ondan sonra hayatına son verilen ve unutulan kadınlara ilâveler devam edecektir.
Neredeyse her gün görmekte olduğumuz “kadına şiddet” olayı, yetersiz yaptırım gücü nedeniyle dün olduğu gibi bundan sonra da yeni failler yaratacaktır.