24 Ocak 1993 yılında bombalı suikastle öldürülen gazeteci Uğur Mumcu, halkın vicdanı olan cesur bir gazeteciydi. Bağımsızlığın sembolüydü ve bu yönüyle asla unutulmayacak isimlerden birisidir.
Halkın vicdanı olan ve halkı bilgilendirme görevini cesurca yerine getiren gazetecilerin öldürülmesi 113 yıllık bir geçmişe sahiptir.
6 Nisan 1909’da Hasan Fehmi’nin Galata kulesinde öldürülmesiyle başlayan, Abdi İpekçilerin, Çetin Emeçlerin, Metin Göktepelerin, Ahmet Taner Kışlalıların, Hrant Dinklerin ve daha nicelerinin öldürülmeleriyle devam eden utanç dolu bir asır…
Peki Uğur Mumcu neden öldürüldü?
Bunu anlamak için Uğur Mumcu’nun nasıl bir gazeteci olduğuna bakmak gerekir.
Atatürkçüydü, Cumhuriyetçiydi, laik ve tam bağımsız Türkiye savunucusuydu, terörün ve yolsuzlukların karşısındaydı…
Ve yazılarıyla kirli ilişkileri ortaya çıkarıyordu…
Özellikle terör, istihbarat örgütleri, mafya ve derin devlet bağlantıları…
Ve ne diyordu mesela;
Cemaatlere tarikatlara giren çocuklar 30 sene sonra general olacaklar Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar.
Peki bugün tablo farklı mı? Devlet kadrolarına yerleştirilen bazı cemaatler bu ülke için büyük bir tehlike oluşturmuyor mu?
Uğur Mumcu şöyle derdi, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.” Oysa günümüzde fikir sahibi olan çok ama bilgi sahibi olana rastlanmıyor.
Gazeteciliği, halkın haber alma özgürlüğünün bir parçası olarak niteleyen Uğur Mumcu yazılarıyla tamamen bağımsız ve tarafsız bir gazeteciydi. Böyle bir gazeteci profilini günümüzde görmek oldukça zor.
Eskiden gazeteciler bilgileri en hızlı bir şekilde habere dönüştürüp halka iletirdi. Bugün ise haberin hızlı olmasından çok, doğru ve güvenilir olması önemli.
Güvenilirlik ve itibar sorunu yaşayan gazetecilik bu hale nasıl geldi?
Mustafa Kemal Atatürk’ün bile 16 Ocak 1923’de ilk ve tek basın toplantısını yaptığı şehrimizde, Cumhuriyeti kurma fikrini ilk olarak paylaştığı gazeteciler bugün ne durumda?
Ne yazık ki büyük kısmı güç odaklarının ve siyasetin güdümünde, halkın gerçeklerinden çok uzakta ve meslek etiğini zedeleyen bir görüntü içerisindeler.
Bir yandan bazı gazeteciler devletten büyük teşvikler ve destekler alarak köşeyi dönerken, bu işi gerçek anlamda yapmaya çalışan Anadolu basını ise büyük sorunlarla boğuşuyor.
Anadolu basını ise oksijen çadırındaki hasta gibi…
Basın bilerek bölünüyor, niteliksizleştiriliyor.
Anadolu basını ise hem ekonomik sorunlarla pençeleşiyor hem de mesleğin içindeki haksız rekabet ve çifte standartlarla boğuuyorlar.
Yine de yılmadan mücadele etmek gerekiyor.
Tıpkı Uğur Mumcu’lar gibi.
Doğru bildiği yoldan asla yılmadan mücadele ederek.
Bir Uğur gider, Bin Uğur gelir denir ya, belki bir Uğur bile gelmedi ama şu da unutulmamalı ki, bedenler ölür fikirler ölmez!
Uğur Mumcu’nun gazeteciliğini devam ettirmek en büyük vizyonumuz ve amacımız olmalı.