Türk toplumunda kadının saygın bir yeri vardır. Türklerde kadın, genel olarak ahlâk anlayışı, analık duygusu, kocasına sadakati, bilge ve alp kişiliği, idarî, siyasî, sosyal alanlardaki anaç becerileri, dik duruşu ile toplumun temel direği, hatta olmazsa olmazı olarak kabul edilmiştir.
İslamiyet’e geçilmeden önceki dönemlerde Türk ailesi, erkeğin tek kadınla evlenmesi ile kurulan, monogam bir aile yapısına sahipti. Kadının ailede saygın bir konumu vardı. Erkekler ile birlikte savaşır, ata binerlerdi. Türk kadını, kendi mallarının malikiydi ve boşanma hakkına da sahipti. Kadına güvenildiği için devlet ve toplum hayatında da önemli görevler üstlenmişti. Hakanın buyrukları yalnız “Hakan buyuruyor ki” ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi, buyruğun geçerli olması için eşinin onayı da gerekmekteydi. Bu toplumda kadın miras hakkına sahipti. Kadının kendine ait mülkü mevcuttu ve bunu istediği gibi kullanma hakkı vardı.
Eski Türklerde kadın ve erkeğin toplumda eşit bir seviyede olduğu söylenebilir. Eski Türkler anneye “ög” derlerdi. Bugün kullandığımız annesi olmayan anlamındaki öksüz kelimesi de buradan gelmektedir. Babadan sonra aileyi anne temsil ederdi. Babanın mirası anneye değerdi. Çocuklarının varisi de anne idi. Kadınlar Türk tarihinde hükümdarların naibi veya devlet içinde büyük söz sahibi idiler. Ana daha önce gelir ve ana-baba denirdi. Türkler kız ve erkek çocuklar arasında bir ayrılık göstermiyorlardı. Eski Türklerde evin sahibi kadındı. Kız evin başı, evin yakışığı, kazanın kulpu gibidir. Kadın evlendiğinde kız ailesine verilen mala kalın denirdi. Kalını verilen gelin ailenin eşit üyesidir.
Orta Asya’da kadının erkekle her alanda eşit olduğu bütün kaynaklarda belirtilir. Orhun Kitabelerinde hakanın karısının kocası ile birlikte Türk toplumunun başına indiği anlatılır.
Bilge Kağan yazıtlarında geçen “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk’ün kutlu ülkesini böyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın, millet olsun diye babam İlteriş Kağan ve annem İlbilge Hatun’u Tanrı halk içerisinden çekip yukarı çıkarmıştır” sözü ile kadınının devlet yönetiminde hüküm sahibi olduğundan bahsedilir.
Türk hükümdarları yabancı elçileri kabul ettikleri zaman eşleri de resmi olarak kabulde hazır bulunurdu. M.S. 981’de Çin imparatorunun Güney Uygur hükümdarı Aslan Han a yolladığı elçinin kabulünde Hanın eşi ve çocukları da hazır bulunmuşlardır. Kadın aile içinde erkek ile eşit haklara sahipti. Bu devirde kadının kocası Hakan yanında devlet idaresine katıldığı hatta bazen devleti tek başına yönettiği bile olmuştur. Kadına Türkan veya Bilge Hatun sıfatları verilmiştir.
Türkler 7 ile 11. yüzyıllar arasında kalan 400 yıllık bir süreç içinde İslamiyet’i kabul etmişlerdir. Bu tarihlerden sonra İslami kuralların dar ve muhafazakâr yorumları sonucunda eve kapanan kadın hem sosyal yaşamdan hem de bu yaşamdaki siyasi haklarını kullanma yetisinden mahrum kalmıştır.
Türkler, İslamiyet’i kabul edişleriyle birlikte kendi kültürlerini korumaya çalışırken, istila ettikleri yerlerin kültürlerini benimsemek durumunda kalmışlardır. Bu değişimler sonucunda da Türk kadının toplum içerisindeki statüsünde birçok değişiklikler olmuştur.
Osmanlı toplumunda kadın kamusal hayatta boy göstermekten daha çok ev yaşamına doğru çekildi. Türk toplumunda kadının tekrar toplumda istenen yere varmasında Meşrutiyet dönemlerinin etkisi vardır. Meşrutiyet döneminde kadınların sayısı 40’a ulaşan dergi ve gazete çıkardıkları bilinmektedir. Bu tarihlerde kadınlar da erkekler gibi basında seslerini duyurmaya ve gazeteler dergilerle haklarını aramaya başladılar. Bunlar arasında en çok tanınanlardan biri olan Terakki gazetesinde Batıdaki kadınların haklarından ve siyasi hak talep etmelerinden söz edilerek Osmanlı kadınlarının da artık bu talepte bulunmaları isteniyordu.
Cumhuriyetin kurulması ve Atatürk’ün desteğiyle Türk kadını birçok hakka kavuşmuştur. 17 Şubat 1926’da Türk Medeni Kanunu kabul edilmiştir. Kanun ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırıldı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanınmıştır. 1930’da Belediye yasası çıkarılmış, bu yasa ile kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
26 Ekim 1933’te Köy Kanunu’nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verilmiştir. 5 Aralık 1934’te Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmış, Türkiye bu hakkı kadınlara tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuştur. Türk kadını bu yeni haklarını hemen kullanmışlardır. Böylece toplumda kadınlar hak ettiği yerleri almaya başlamış ve birçok toplumsal alanda erkeklerle birlikte görev almışlardır. Daha önce toplumda hiç yer almayan doktor, tiyatro sanatçısı, bilim insanı, muhtar, belediye başkanı, bakan, başbakan gibi görevlerde kadınlarda görülmüştür.