Türkiye'de cinsel istismar vakaları son yıllarda oldukça arttı. Bu artıştaki en büyük oran ise çocuklarda.
Konu hakkında yaptığı araştırmaları aktaran AYKIRI yazarı Gülcan Havva Eraslan'ın köşe yazısı şöyle:
Konu hakkında yaptığı araştırmaları aktaran AYKIRI yazarı Gülcan Havva Eraslan'ın köşe yazısı şöyle:
Uzun zamandır Türkiye’de şiddet ve şiddetin türleri üzerine yoğun bir okuma ve araştırma yapıyorum. Hepimiz şiddetten şikâyetçiyiz, şiddeti engellemeye yönelik fikirlerimiz var ama ne oluyorsa şiddet sarmalının faili ya da mağduru olmaktan kendimizi bir türlü alıkoyamıyoruz. Şiddeti öğrenme ve şiddeti pratiğe dökme hızımız her geçen gün korkunç bir hızla artıyor.
Türk toplumunu, toplu bir cinnet hâli esir aldı. Ne çocuk, ne kadın, ne hayvan, ne ağaç dinlemiyor, içimizdeki vahşi canavarı bir türlü dizginleyemiyoruz. Her şeyi yakıp yıkıyoruz. Birçoğumuz için şiddeti uygulamamızın savunma merkezleri de belli; ekonomi, namus ve ahlâk...
Eline, diline beline sahip ol öğretisindeki harama el uzatmama, hakkın olmayanı almama, kalp kırmama, yalan konuşmama, kötü söz söylememe, fitne fesat çıkartmama, başkasının ırzına göz dikmeme gibi erdemleri unutup ahlâk ve namus kavramını, sadece kadın bedenine zimmetledik.
Çalışanının sigorta, sigorta pirimi, yemek, ulaşım gibi sosyal haklarını en düşük seviyede tutup vergiden kaçmanın yollarını aradık.
Bahçemizde bir çalıdaki fasulyemize komşunun horozu zarar verse cinayet işledik ama hazine arazilerini, ormanları, meraları talan edip gecekondular kondururken hiç rahatsız olmadık.
Tarlamızdan geçmiyorsa çayları, dereleri kirletmekten hiç gocunmadık.
Kapımızın önünü pırıl pırıl yaparken pencereden sokağa çöp fırlatmakta, piknikte ardımızda çöp dağları bırakmakta hiçbir yanlışımız yoktu.
Memurluğumuza güvenip vatandaşın işinde binbir zorluk çıkartmamızda da bir beis yoktu.
Tüm bunların ve daha nice eylemimizin zaten güzel ahlâk ile ne ilgisi olabilirdi ki? Ahlâk dediğin şey; kadın mini etek giymiş mi, kaçta kimle, nerede, ne yapıyormuş gibi ardı arkası gelmeyen yargılardan ibarettir ne de olsa...
Şiddet öğrettiğimiz çocuklarımız...
Mademki namus ve ahlâk kavramını sadece bedene zimmetledik o zaman çocuklarımızı da konuşmadan olmaz. Son yirmi yılda özellikle kırsal kesimde eğitimden devletin çekilmesiyle tarikat ve cemaatlara büyük bir alan açıldı. Denetimsiz, hangi görüş, ideoloji ve örgütlere hizmet ettiği belli olmayan bu yapılar, kanunlara aykırı şekilde okul öncesi ve ilkokul seviyesinde yatılı kaçak kurslar açıyor. Çocuklarımızın bir kısmı tecâvüze uğruyor, fizikî ve sözlü şiddete maruz kalıyor ya da psikolojik ve zihinsel gelişimlerini olumsuz etkileyecek şekilde ideolojik olarak beyinleri yıkanıyor. Türkiye’nin geleceği karartılıyor.
Öte yandan çocuk tâcizi ve tecâvüzü dünyada olduğu gibi ülkemizde de her geçen yıl hızla artıyor. Uzun yılları kapsayan bir veri analiziyle, Sosyal Çalışma Dergisi’nde İslam Akçe ve Hüseyin Doğan imzasıyla “Cinsel İstismara Maruz Kalmış Çocuklar Üzerine Bir Değerlendirme” adıyla bir araştırma makalesi yayımlandı. Bu makaleye göre; çocukların cinsel istismarının sıklığına yönelik araştırmaların bazılarında cinsel istismar vakalarının büyük oranda gizli kaldığı, bu vakaların en fazla %10-15’ i oranında ortaya çıktığı ve adliyeye yansıdığı ifade edilmektedir. Ortaya çıkmayan cinsel istismar vakalarının oranı göz önüne alındığında, durumun ciddiyeti korkutucu boyutlardadır.
Yine yapılan bir başka araştırmaya göre; ülkemizde 2014’te cinsel istismara uğrayan kız çocuklarının oranının %84.6, erkek çocuk oranının ise %15.4 olduğu tespit edilirken bu oran, 2019’da bazı çalışmalarda kızlarda %79, erkeklerde %21 seviyelerinde gösterilmektedir. Erkek çocuklarının cinsel istismara uğrama oranlarında ciddi artışlar olduğuna yönelik birçok araştırma da bulunmaktadır.
Kız çocuklarında cinsel istismara uğrama yaşı ortalama 13 iken, erkek çocuklarda bu durum daha da korkutucu olarak 9 yaş ortalamasına sahip. Cinsel istismara uğrayan çocukların %42.5’ inin 13-15 yaş aralığında olduğu saptanmış.
2018’de adliyeye yansıyan çocuk istismarı vakası yılda 8 bin civarındayken 2020’de bunun yılda 10 bin ve üzerine çıkabileceği öngörülüyor.
Bu kısacık bilgiler bile bizi dehşete düşürmeye yetmeli. Tecâvüz ve istismar bir fizikî şiddettir. Bu fizikî şiddetin yanında sözlü, psikolojik, ekonomik ve toplum ile ilişkileri sınırlayıcı şiddetle daha çocukluktan evimizde, sokakta hepimizin tanıştığı gerçeği de ortada. Şiddete uğramayanımız da yok, şiddet uygulamayanımız da.
Peki ne oluyor da şiddeti bu kadar kolay öğreniyor, şiddete bağımlı oluyor ve bir türlü şiddetten vazgeçemiyoruz?
Bizler toplumdan önce birey olarak neyi nerede yanlış yapıyoruz?
İşe kendimizi sorgulamaktan başlayalım mı?
Türk toplumunu, toplu bir cinnet hâli esir aldı. Ne çocuk, ne kadın, ne hayvan, ne ağaç dinlemiyor, içimizdeki vahşi canavarı bir türlü dizginleyemiyoruz. Her şeyi yakıp yıkıyoruz. Birçoğumuz için şiddeti uygulamamızın savunma merkezleri de belli; ekonomi, namus ve ahlâk...
Eline, diline beline sahip ol öğretisindeki harama el uzatmama, hakkın olmayanı almama, kalp kırmama, yalan konuşmama, kötü söz söylememe, fitne fesat çıkartmama, başkasının ırzına göz dikmeme gibi erdemleri unutup ahlâk ve namus kavramını, sadece kadın bedenine zimmetledik.
Çalışanının sigorta, sigorta pirimi, yemek, ulaşım gibi sosyal haklarını en düşük seviyede tutup vergiden kaçmanın yollarını aradık.
Bahçemizde bir çalıdaki fasulyemize komşunun horozu zarar verse cinayet işledik ama hazine arazilerini, ormanları, meraları talan edip gecekondular kondururken hiç rahatsız olmadık.
Tarlamızdan geçmiyorsa çayları, dereleri kirletmekten hiç gocunmadık.
Kapımızın önünü pırıl pırıl yaparken pencereden sokağa çöp fırlatmakta, piknikte ardımızda çöp dağları bırakmakta hiçbir yanlışımız yoktu.
Memurluğumuza güvenip vatandaşın işinde binbir zorluk çıkartmamızda da bir beis yoktu.
Tüm bunların ve daha nice eylemimizin zaten güzel ahlâk ile ne ilgisi olabilirdi ki? Ahlâk dediğin şey; kadın mini etek giymiş mi, kaçta kimle, nerede, ne yapıyormuş gibi ardı arkası gelmeyen yargılardan ibarettir ne de olsa...
Şiddet öğrettiğimiz çocuklarımız...
Mademki namus ve ahlâk kavramını sadece bedene zimmetledik o zaman çocuklarımızı da konuşmadan olmaz. Son yirmi yılda özellikle kırsal kesimde eğitimden devletin çekilmesiyle tarikat ve cemaatlara büyük bir alan açıldı. Denetimsiz, hangi görüş, ideoloji ve örgütlere hizmet ettiği belli olmayan bu yapılar, kanunlara aykırı şekilde okul öncesi ve ilkokul seviyesinde yatılı kaçak kurslar açıyor. Çocuklarımızın bir kısmı tecâvüze uğruyor, fizikî ve sözlü şiddete maruz kalıyor ya da psikolojik ve zihinsel gelişimlerini olumsuz etkileyecek şekilde ideolojik olarak beyinleri yıkanıyor. Türkiye’nin geleceği karartılıyor.
Öte yandan çocuk tâcizi ve tecâvüzü dünyada olduğu gibi ülkemizde de her geçen yıl hızla artıyor. Uzun yılları kapsayan bir veri analiziyle, Sosyal Çalışma Dergisi’nde İslam Akçe ve Hüseyin Doğan imzasıyla “Cinsel İstismara Maruz Kalmış Çocuklar Üzerine Bir Değerlendirme” adıyla bir araştırma makalesi yayımlandı. Bu makaleye göre; çocukların cinsel istismarının sıklığına yönelik araştırmaların bazılarında cinsel istismar vakalarının büyük oranda gizli kaldığı, bu vakaların en fazla %10-15’ i oranında ortaya çıktığı ve adliyeye yansıdığı ifade edilmektedir. Ortaya çıkmayan cinsel istismar vakalarının oranı göz önüne alındığında, durumun ciddiyeti korkutucu boyutlardadır.
Yine yapılan bir başka araştırmaya göre; ülkemizde 2014’te cinsel istismara uğrayan kız çocuklarının oranının %84.6, erkek çocuk oranının ise %15.4 olduğu tespit edilirken bu oran, 2019’da bazı çalışmalarda kızlarda %79, erkeklerde %21 seviyelerinde gösterilmektedir. Erkek çocuklarının cinsel istismara uğrama oranlarında ciddi artışlar olduğuna yönelik birçok araştırma da bulunmaktadır.
Kız çocuklarında cinsel istismara uğrama yaşı ortalama 13 iken, erkek çocuklarda bu durum daha da korkutucu olarak 9 yaş ortalamasına sahip. Cinsel istismara uğrayan çocukların %42.5’ inin 13-15 yaş aralığında olduğu saptanmış.
2018’de adliyeye yansıyan çocuk istismarı vakası yılda 8 bin civarındayken 2020’de bunun yılda 10 bin ve üzerine çıkabileceği öngörülüyor.
Bu kısacık bilgiler bile bizi dehşete düşürmeye yetmeli. Tecâvüz ve istismar bir fizikî şiddettir. Bu fizikî şiddetin yanında sözlü, psikolojik, ekonomik ve toplum ile ilişkileri sınırlayıcı şiddetle daha çocukluktan evimizde, sokakta hepimizin tanıştığı gerçeği de ortada. Şiddete uğramayanımız da yok, şiddet uygulamayanımız da.
Peki ne oluyor da şiddeti bu kadar kolay öğreniyor, şiddete bağımlı oluyor ve bir türlü şiddetten vazgeçemiyoruz?
Bizler toplumdan önce birey olarak neyi nerede yanlış yapıyoruz?
İşe kendimizi sorgulamaktan başlayalım mı?