Kim bağladı beni? Boynumdan tırnağıma uzayan uyuşukluk da ne? Vücudum sanki çivilenmiş, eklemlerim sessiz... Büyük imparator Jul Sezar nasıl uğradıysa ihanete ve nasıl deştiyse onlarca bıçak darbesi vücudunu, hareketsizliği yeni mi keşfediyorum? Her yanım kahır... Her gölge yabancı... Başım kalkmaz yataktan, gözlerim de cam kırıkları.
Işık öyle inatçı ki göz kapaklarımı ne yapıp edip aşacak, göz bebeklerime davetsiz ve sırnaşık bir "Merhaba" diyecek. Yatak sıcacık, vücudum kaskatı. Alın beni koyun diyorum vitrine... Üzerime atın bir şeyler "Canlı Manken" (Belki de sadece "Kanlı") diyerek pazarlayın. bu halimle. olsam olsam bunu olabilirim sadece.
Hayalleri ve kendimi eğlendirmeyi bıraktık. Kendime aynada bugün bir güzel baktım. Gülümsedim. Sıcak suyu açtım, Çay suyunu ve yumurtamı haşlanmak üzere ateşle buluşturdum. Kahvaltıları hemen çıkartıp masaya koydum. Doğru duşa girdim. Duştan çıktım kahvaltı diş fırçalama merasimlerini de halledip nihayet o an geldiğinde hazırdım. Kapı eşiğinde düşündüm. Elimle cüzdanımı telefonumu anahtarımı kontrol ettim. Sanırım unutmamıştım ve hazırdım. Apartmanın eski demir kapısının önüne geldiğimde, sokağın uzayıp giden yoluna baktım. Yağmur yağmazdı. Şemsiyeye ihtiyaç yoktu. Üşümezdim yada terlemezdim. Bir şey unutmuş muydum. Yoo... kapıyı açtığımda sanki hep o at yarısını başlatan ilk zili duyarım. Çocukluk yılarımda bu spora bayılırdım, televizyonumda at yarışı izlemek için bende kanallar arasında at koştururdum. Sanırım oradan gelir aklıma. Kapı açılır ve atlar jokeyleri sırtında başlarlar koşmaya. Otobüsü kaçırmamalıyım koşsam iyi olacak.
Bin otobüse, gideceğin yeri şöyle. Bas kartını yürü arkaya. Arkalarda boş yer kalmamalıymış bir kaç şoförden duydum. Mantıklı ve sorun yaşamayı sevmem arkalara doğru o zaman...
Otobüste müşteri aradı. Bir kaç parça seramik, klozet kapağı gibi şeyler lazımmış. İçimden şunu geçirdim. Ben "At" isem, o erken saatte zar zor kalktıysam... Neyse vardır iyi bir nedeni. İş yerine gidilir, temaslar kurulur, eğlenilir, gülünür, her gülmeye bedel büyüklükte sorun sıkıntı edinilir. Bir şekilde 10 saat doldurulur. Çıkış üzere patronla göz göze gelinilir. Sanki, bir iki saat daha çalışmam istenilir. Ama gün 24 saattir. Ve 1 saatte dönüş süreci vardır. -Tabi kabaca bir saat, zaman gelir otobüs erkenden gelir, zaman gelir otobüs gelmez. Değir de değişir.-
Kemiklerim İzmit'in belediye araçlarının koltuklarında biraz inzivaya çekilmişken, bu saate kadar kaynar bir cadı kazanına dönüşmüş olan beynimden, son bir şarkı isterim. "Acaba arkadaşlarla mi buluşsam?" O da, "olmaz" der. "Yorgunsun" Haklıdır. Eve gideyim o halde. Bir yemek yapar, bir film, belki belgesel izlerim. Tabi tüm gün elimden ayırmadığım telefonumla da arayı soğutmam.
Ev sessiz, ev soğuk, yalnızlığı düşünürüm... Ekrana kilitli kalmayı, hayat için bir tahammül evresi haline getirmiş biri olduğumu... keşke birisi olsa derim yanımda, aslında içten içe sarılmaktır isteğim. Belki yıllar oldu. Geçen zaman üstünden. Sahi en son ne zaman sevmiştim ben? Sarılmak düşünmeden, bir arkadaşa ya da sevgiliye... Ailemdekilere ya da sokakta sarılmayı sevmemem. Böyle şeyler pek benlik değildir. Ama işte karanlığın içinde ekranın aydınlığındayım. Bir sırrımı daha açığa çıkarmış ve huzur bulmaktayım.
Yatma vaktidir. Gece yine istemeden uzamış, uykum istediğim saatte gelmemiştir. Uyumadan, yatağımın başındaki çekmeceden bir defter çıkartırım. Tarih atarım. Günü yazarım.
Artık kaçıncı olduğunu saymadığım, ama daha önce çok kez tekrar ettiğim o cümleyi yazacağımdır.
Günün çeşitliliğini ve renklerini kaybetmiş halde, geçmişimi kopya edip dururken bir alışkanlık olduğu üzere günlük denen bu şeye, bir cümle yazarım.
Bugün de aynı şeyler...
Peki ya sen? Sevgili okuyucu, bu gününe bir renk katacak mısın?
Muhteşem. . Her bir kelimesi bambaşka diyarlara aldı götürdü. . Tebrik eder, başarılarınızın devamını dilerim. Artık her hafta sabırsızlıkla beklediğimiz yeni bir köşe yazarımız oldu. Kaleminize sağlık sayın Ozan Cemre Kısa. Ruhunu kalem ile bütünleştiren insanlar, iyi ki varlar!