Tırmanmak için bazı zamanlar ekipmana ihtiyaç duymaz insan. Bir rüzgarın kanadına binip yol alır şafağa. Gerisinde bırakmıştır heyulaları, ölüm senaryolarını, çaresizliği... Yerden yüksekte, yakalamak peşindeyken bulutları, sadece rüzgarın asil sakinliği vardır. Tenini okşayan şefkatli hali. Unutulur dün ve yarın, artık an vardır. İçinde bulunulan ve bulundukça da coşan bir an.
İnsan ister herhalde gökyüzünde yıldırım olmak, gecenin karanlığını yaran bir aydınlığa sahip olan, haşmetiyle gözleri kamaştıran korkunç bir güç ve hız imgesi olmak ister. Çünkü yetmez, martılarla tatlı ve sakin kanat çırpışları. Gözlerin görebildiği çatılara iz bırakmak ister.
Bulutlara bakarken bunlar geçiyordu aklından, bir rüzgar alsa onu. Uzaklara götürmesine, dağlar aşmasına da gerek yoktu. Sadece bir tepeye çıkabilse, emindi ki kendinden gerisini pek ala tek başına getirebilecekti. Sadece bir şans yakalamalıydı. Yoksa pembe gölden tuz çıkaracak ve kendisinin de içerisinde bulunduğu gibi 10 çocuklu bir aile kuracaktı.
Yerden kalktı. Simsiyah alnında birikmiş teri sildi. Ama kolu o kadar toprak içindeydi ki alnında kahverengi bir toprak lekesi oluşturdu. Arkadaşlarının hepsi güldüler. Top oynamayı bırakmış ve kahkaha atıyordular. Simsiyah gözlerindeki neşe o kadar hızlı bulaşıyordu ki bazıları dans etmeye başladı. Fakat bazıları oynamak istiyordu. Kalecinin topu oyuna sokmasıyla çocuklar bir anda ciddileşip oyunlarına tekrar dahil oldular. O kadar keskin bir değişimdi ki biz büyükler onların içindeki küçük heyecan ateşinin hızlı yanış sönüşlerine anlam getiremezdik.
Bir gol attı. İçindeki neşe arttı. Bir gol daha attı, neşe bulaşmaya başlamıştı. Sonra attığı golleri sayamaz oldu. Tribünler de onu şarkılarında anar oldu. Maçın başlamasıyla birlikte adına tezahüratlar yapılmaya başlıyordu. O da hep en iyisini yapmaya çalışıyordu. Arkadaşları ile çocukluğundan beri içinde yanan neşe ateşini bulaştırmak her şeyden çok daha keyif veren bir şeydi.
Bir şut daha gerekti. Tüm ülkeyi iliklerine kadar sarsacak ve gururlandıracaktı. Beyaz adamın iş birlikçi yerlilerle ezip sömürdüğü halkını gururlandırmak için elinde bir şans vardı. Tek bir gol bir anda milyonlarca insanı yerinden zıplatacak ve belki de göz yaşları ile dans edeceklerdi. Ve onun adı dillerinde olacaktı. Sadio! Sadio! Sadio! Sadio! Topa doğru koşmaya başladı. Hissediyordu. İnsanlar nefes alamıyor donmuş şekilde onu izliyorlardı. İzliyorlardı hazırlardı. Filelere giden topun gol olması ile deprem oluyormuşçasına çığlıklar atılacaktı. Topa vurdu! Kale uzaklaştı, karanlık oldu, anılarının arasına daldı. Arıyordu bu duyguyu. Bir yerlerde olmalıydı. İşte, karşısında kaleci çığlıklar içindeydi. Kurtardığı topun mutluluğuyla burasının onun sorumluluğunda olduğunu ve bugün gol yemeyeceğini söylüyordu. Tribünler çığlık çığlığaydı. Ama rakip taraftarıydı. İstediği olmamıştı. Ve bu duyguyu daha önce yaşamamıştı. Şimdi ise bu duyguyu gömmeli, mücadelesine devam etmeliydi. Daha akıtacak çok ter var. Maç devam ediyordu.
Top ne kadar hızlı yuvarlanıyordu. Rakipse çok güçlü ve hızlıydı. Yıldırımlardı sanki, onların ayakları yere basmıyordu işte! Bu iş lanet bir Çin yapımı aksiyon filmine dönüşmüştü, rakipleri hava boşluğundan sekip üzerinde kung-fu hareketleri deniyordu sanki. Zihnen yenilmişti. Ama devam etmeliydi. Koşmak en iyi bildiği şeydi. Ve gökyüzünde uçan da kendiydi, halkını peşine takmış, inandırmıştı. Yalnız değildi, ihtiyaç duyduğu iki şey vardı: İçindeki o neşe ve hızlı koşmak. O kadar hızlı koşacaktı ki korkuları arkada kalacaktı. Ne kung-fu ne de ezilme hissi, hızlı koşarak hepsini geride bırakacaktı. Koştu...
Maç berabere kalmış uzatmalardan gol sesi çıkmamıştı. Afrika Uluslar Kupasının finaliydi ve Senagal'in ona hiç ihtiyacı olmadığı kadar ihtiyacı vardı. Karşısındaki Mısır takımı çok iyi bir kaleciye ve kendilerinden katlarca üstün bir tecrübeye sahiplerdi. Ama çalışma koşulu sağlandıktan sonra şans onlardan yana olmuştu, son penaltıyı o kullanacaktı. Neredeyse bütün maç boyunca kavgasını verdiği penaltı yine karşısına çıkmıştı. Bu sefer atamama gibi bir lükse sahip değildi. Kaçırdığı taktirde Mısır muhtemelen ipleri tekrar eline alacaktı.
Gerildi... Kendi adıma çok gerildiğini düşündüm. Genelde bu kadar uzaktan gelenler penaltıyı kaçırırdı ama öyle bir vurdu ki çok net bir şekilde top köşeye doğru yol aldı. Kaleci hamle yapmıştı ama buna yetişemezdi.
Ve sonuç olarak Senagal ilk defa Afrika Uluslar Kupası şampiyonu oldu. Ve Sadio Mane çoğu çocuğun kahramanı. Sokaklarda artık çocuklar kendine onun ismini takacaklardı. Elbette daha önce top oynayan çocuklar ben Mane'yim diyordu. Ama bu sefer farklıydı. Halkı yıllarca hakimiyet altında kalmıştı.En iyisi ne zaman olmuşlardı ki? İşte bu sefer en iyisiydiler. Yaptıkları boyama tablolarda, kıyafetlerinde, ilahilerle dans ettikleri zikir ayinlerinde elbette farklılık olacaktı. Oralara milli takımlarını çizecekler, ayinlerinde Allah'a şükrederken iyi ki Mane'yi bize bağışladın diyeceklerdi belki de. Kesin olan tek şeyse pazartesiye Senegal halkı çok daha mutlu başladı. Ve çocuklar toplarını alıp sokağa atladıklarında gollerinde daha çok “Mane!” dediler.
Sayın okuyucu hayallerin ve neşen daim olsun.