Dünyada birçok ulus sömürücülerine karşı kurtuluş ve bağımsızlık savaşı vermiştir.Halen
de vermeye devam etmektedir.Emperyalizm ve Emperyalist ülkeler olduğu sürece de bu savaşları göreceğiz ,tanık olacağız.Ancak dünya tarihinde sadece Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın bir benzeri yoktur.Çünkü Atatürk ‘ün liderliğinde başlayan bu silahlı sıcak savaş ilk önce işgalci emperyalist güçlere karşı başlamış ve sonrasında onların iç uzantılarıyla devam etmiş ve sıcak savaş kazanıldıktan sonra da uzun bir devrimsel süreçle cahilliğe ,geri kalmışlığa ,bağnazlığa ,yoksulluğa savaş haline dönüşmüştür.Günümüzde de aynı savaşın sürdüğünü söylemek mümkündür.
Atatürk’ü Kurtuluş Savaşı’na götüren de zaten bilim ,akılcılık, sosyo-ekonomik yaşamın kalkındırılması ,çağdaşlaşma ,siyasi bağımsızlık ve demokratlaşma isteği olmuştur.Atatürk ‘ü ve Atatürkçülüğü tam olarak anlayabilmek için onun ana çizgisine bakmak gerekir.Atatürk‘ün ana çizgisinde Cumhuriyetçilik,Laiklik,Barışçılık,Akıl ve Bilimcilik vardır.Bu ana çizgiye ters düşmeyen bütün düşüncelere açıktır.Onun için daima ileriye bakmak ve ileriye gitmek vardır .1924 yılında söylediği “Dünyada her şey için ,medeniyet için ,başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir.İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir ,cahilliktir ,doğru yoldan sapmaktır.Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır.Bin ,iki bin,binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir .” sözüyle de aslında başlattığı Kurtuluş Savaşı’nın sadece cephede silahla kazanılacak bir savaş olmadığını göstermeye çalışmıştır .Çünkü esas ve daha önemli olan bağımsızca düşünebilen bireylerden oluşan yeni bir toplum yaratma sürecidir.
Yine 1922 yılında söylediği “Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz .Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız.Aksine yükselmiş,ilerlemiş medeni bir millet olarak,medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız .Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur.İlim ve fen nerede ise oradan alacağız .İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.” sözüylede bu yeni toplum yaratma düşüncesinin sinyalini vermiştir.Hayata geçirdiği kurumlar (Türk Tarih Kurumu , Türk Dil Kurumu ,Müzeler vs.) da düşüncelerinin uygulamaya yansımaları olarak görülmektedir.
Nedir Çağdaşlık ? Bu sorunun yanıtını öncelikle yine büyük önder Atatürk’ün 1922 yılında söylediği bir sözle açıklamaya çalışacağım. Atatürk diyor ki “Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur ;belki de hiç olmaz.İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler hayatı akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkumdur.”
Çağdaşlaşma; Çağın gelişmiş kurumlarına ,gelişmiş uygarlık düzeyine ulaşılabilmek için gerekli olan ekonomik ,toplumsal ,sosyal, psikolojik,siyasal değişmeyi gerçekleştirmek demektir.Yani sürekli bir değişim içinde olmak,sürekli yenilenmek,yenileştirmek ,hep daha iyiye doğru bir hareket demektir.1930’larda çağdaş olmak 2000’lerde aynı yerde kalmakla mümkün olmaz.Çağdaş olmak 2000’li yılların gereği neyse , onu yaşamak demektir. Atatürk devrimlerinin özüde bundadır.Sürekli ilim ve fenni izlemek ve yol gösterici olarak onu seçmek. “Hakiki mürşit ilimdir fendir ” sözü bunun kanıtıdır.Yol gösterici ilim ve fendir demekle bilime ,araştırmaya verdiği önemi göstermiştir .
Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında kurulduktan sonra 1800’lü yıllara kadar çağdaş bir devlet olarak (çağının gereklerini yerine getiren )ayakta kalmayı başarmış ,dünyaya yön vermiştir.Ancak Batı’da meydana gelen yenileşmeler ,icatlar (Barut’un bulunması ,pusulanın bulunması ,matbaanın bulunması ,buhar gücünün keşfi ve sadece bulunmakla kalmayıp hayatın içine girmesi –keşifler ,yeni ticari yollar ve ilişkiler ,yeni üretim ilişkileri ve sonucunda da yeni sosyal ve toplumsal ilişkiler –yönetim biçimleri –rejimler ) Osmanlı Devleti tarafından ya küçümsenmiş ya da alınmakta gecikilmiş ,ya da dışlanmış (Günah şeytan icadı ,aman toplum uyanmasın ,düzen bozulmasın vs. gibi nedenlerle ) dolayısıyla çağdaşlıktan yavaş yavaş geri kalınmaya ve yenilikleri alan ,izleyen ,icat eden devletler gelişir güçlenirken Osmanlı Devleti zayıflamaya ,güç kaybetmeye ,sömürge haline gelmeye başlamıştır.
Atatürk bu kötü gidişi durdurmak ve başka ulusların egemenliği altında yaşamaktan kurtulmanın tek ve geçerli yolunun çağdaşlaşmak olduğunu görmüştür, ayrıca çağdaşlaşmanın durağan bir şey değil sürekli yenileme , sürekli değişim olduğunu da her sözü ve hareketleri ile Türk Ulusuna göstermeye çalışmıştır.
Atatürk döneminde çağdaşlaşma hareketlerini şöyle sıralayabiliriz:
Kurtuluş savaşının kazanılmasıyla işin bitmediğini bilen ve bağımsızlığın korunup sürdürülebilmesi için çağdaşlaşmak gerektiğinin bilincinde olan Atatürk için mücadelenin başka yönü başlıyordu. Atatürk ” İstiklal-i Tam ” a ulaşmak istiyordu. Atatürk şu sözleri ile neler yapılması gerektiğini açıklamaktadır :
” İstiklal-i Tam denildiği zaman bittabi siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültür, vb. her konuda İstiklal-i Tam ve Serbest-i Tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklalden mahrumiyet, millet ve memleketin manayı hakikisiyle bütün istiklalinden mahrumiyeti demektir. ”
” Memleket behemehal asri, medeni ve müreffeh olacaktır. Bizim için bu hayat davasıdır.”
Siyasal Yapıda : TBMM ‘nin açılmasıyla millet egemenliğine dayalı yeni bir devlet kurulmuştu. Yüzlerce yıl yönetilmeye, yönlendirilmeye alıştırılmış Türk Halkı egemenlik hakkını elde etmiştir. Devlet rejimi olarak Cumhuriyet belirlenmiş, egemenlik kayıtsız-şartsız millete verilmiştir. Devlet yapısındaki dinsel etkiler giderilmeye çalışılmış, yapay olarak kullanılan halifeliğe son verilmiştir.
Demokraside : Çok Partili yaşama geçiş denemeleri yapılmıştır.
Hukuksal Alanda : Devletin hukuksal yapısı laikleştirildi. Saltanat, Halifelik, Şer’i ye Vekilliği kaldırıldı. Tevhid-i Tefrisat Kanunu kabul edildi, Tekke ve Zaviyeler kapatıldı. Anayasa’ ya laiklik hükmü kondu. Türk Medeni Kanunu kabul edildi.
Eğitim ve Kültür Alanında : Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabulü ile eğitim ve öğretim kurumları devlet denetimine alındı. Eğitimde fırsat eşitliği sağlandı. Çağın ihtiyaçlarına cevap verebilme özelliğini kaybeden medreseler kapatıldı. Yeni Türk Harfleri kabul edildi. Millileşme , çağdaşlaşma, okullaşma çabaları arttı. Türk Dili ve Türk Tarihinin geliştirilmesi için kurumlar oluşturuldu. Milli kültürü ve bilinci geliştirecek adımlar atıldı.
Toplumsal Yaşamda : Tekke, Zaviye, Türbelerin kapatılması. Kıyafette değişiklik, Soyadı Kanununun kabulü. Takvim, saat, ölçülerde değişiklikler yapıldı.
Ekonomik Alanda : Milli Ekonomi ilkesinin kabul edilerek, ülkenin yeraltı ve yer üstü kaynaklarının , güçlü devletlerin boyunduruğu altına girmeden değerlendirilmesine çalışıldı, madenler millileştirildi.. Tarım, Sanayi, Madencilik, Bayındırlık, Ulaştırma, Sağlık ve Tıp alanında önemli adımlar atıldı.
Askeri Alanda : Türk ordusu ve Milli Savunmanın güçlendirilmesi için çalışmalar yapıldı. Milli ordu ve milli silah sanayi kurulması için adımlar atıldı.
Atatürk, döneminde yapılan köklü değişiklik ve yenilik hareketlerini ” Biz büyük bir İnkılap yaptık. Memleketi bir çağdan alıp, yeni bir çağa götürdük ” şeklinde açıklamaktadır.
Osmanlı döneminde yapılmaya çalışılan yenileşme (Çağdaşlaşma ) hareketlerinin başarısızlığa uğramasının nedenlerini de şöyle sıralayabiliriz:
1. Her şeyden önce devletin coğrafi konumu, jeopolitik yapısı bu mekânı kontrol eden devletle komşu olan veya bölgede çıkarı olan devletleri karşı karşıya getirmiştir. Sürekli savaşlar Osmanlıya nefes almak, huzur ve sükûn içinde yenilik hamleleri yapmak imkânını vermemiştir. Önü alınmayan savaşlar ülkenin kaynaklarını kurutmuş, gerekli yatırımları engellemiştir. Osmanlıda savaş süresi barış süresinden fazladır. Türk halkı barış ve huzurun nimetlerini ancak cumhuriyet döneminde “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin uygulanmasıyla tatmış, Atatürk inkılâplarını bu barış döneminde gerçekleştirmiştir. Halen Türkiye’nin yaşamakta olduğu yaklaşık 100 yıllık, yani iki nesillik barış dönemi, Türk tarihinin belki de en uzun barış dönemini oluşturmaktadır.
Bugün güçlenen Türkiye’yi engellemek, çağa ayak uydurma gayretlerini baltalamak için çeşitli odakların yoğun faaliyetinin nedenleri buralarda aranmalıdır.
2. Türklerin hoşgörülü, toleranslı idaresi sonucu olarak imparatorluktaki gayri müslim tebaa kültürel kimliğini muhafaza ettiği gibi, bunu zamanın icaplarına göre geliştirmek imkânını da bulmuştur. Güçlü zamanlarda bir kuvvet kaynağı olan zamanının çok ötesinde bir hoşgörüyü temsil eden bu davranış, devlet zayıflayıp idare ve adaleti etkili bir şekilde yürütemez duruma düşünce, gayri müslim tebaa gelişen milliyetçilik rüzgârına kapılmış ve devleti o haliyle devam ettirme imkânı kalmamıştır. Osmanlı Devletinin bir zamanlar egemen olduğu topraklarda bugün 30’dan fazla devlet hayat bulmuştur. Bu, azınlık kimliğine saygılı, hoşgörülü Türk yönetiminin bir sonucudur. Tabiatıyla bu ayrılma hareketleri, devleti sürekli meşgul etmiş, onun kaynaklarını kurutmuş, kendini yenileme gayretlerini kösteklemiştir.
3. Osmanlı medeniyetinin yaratıcı faaliyetinin duraklaması ve kendisini yeni şartlara uyduramamasında, idareci elit tabakanın halktan kopması da çok büyük rol oynamıştır. Zira böylece medeniyetle ilgili yaratıcı faaliyetler dar bir zümreye inhisar etmiştir. İdareci zümrede bu etken olan ilmiye tabakası şeraitten beslendiği gibi, eğitim ve adalet de onlar kanalıyla yürütülmekteydi. Onlar da dışa kapanınca Osmanlı medeniyeti dış dünyadan kopuk hale gelmiş ve çağ dışı hale düşmüştür.
Esasen İslâm âleminde Araplar o dönemde medeniyet sahnesinden çekilmiş bulunmaktaydılar. Sünni-Şii tartışması ve mücadelesi ile İran’da kendi kabuğuna çekilmiş, böylece İslâm medeniyetinin öncülüğünü yapmak Osmanlı’nın elit tabakasına kalmıştır. Bu tabaka da zaman içinde kendini yenilemeyip halk kaynağından beslenme imkânını kaybedince, Osmanlı toplumu haliyle çağın akışına ayak uyduramamıştır.
Halbuki aynı dönemde Avrupa çeşitli ulusların katkıları ile sürekli aşamalar yapmış, her millet medeniyet potasına kendinden bir şeyler katmak suretiyle modern dünyaya egemen olan Batı medeniyetini veya çağdaş medeniyeti oluşturmuştur.
4. Osmanlı devlet adamlarının başarısızlık sebeplerinin arasında Batı medeniyetinin ana unsurlarını gerektiği gibi kavrayamamak, bu değerler arasındaki bağı isabetle tespit edememek ve işe nereden ve nasıl başlanacağını bilememek, muhakkak ki önemli rol oynamıştır. Bundan başka onlar devleti kurtarmak isterken hep sınırlı bir alanda ve patrimonyal bir yapı içinde Batılılaşmayı düşünmüşler, haliyle İmparatorluğun bütünlüğünü korumak ve çeşitli din, ırk ve kültür mensubu toplulukları ümmet-i cemaat olarak bir arada tutabilmek gayret ve endişesiyle hareket etmişler, sistemli ve köklü tedbirler alamamışlar, ancak “hasta adamı” ayakta tutacak dozda sınırlı bir batılılaşmanın yeterli olacağı görüşü ile hareket etmişlerdir. Dolayısıyla yapılmak istenen yenileşme daima “çok geç ve çok az dozda” gerçekleşmiştir.
SONUÇ
Türk toplumunda yenileşme, çağdaşlaşma ihtiyacı saldırgan Avrupa karşısında devletin varlığını koruma amacıyla XVIII. yüzyıllardan itibaren, önceleri münhasıran askerî teknoloji alanında olmak üzere yukarıdan aşağıya doğru bir hareket halinde başlatılmıştır. Ancak yapılan yenilikler sistemsiz, süreklilikten mahrum ve patrimonyal yapı içinde sadece sınırlı alanlarda yenileşmeyi hedef aldıklarından belli bir mesafe alınmakla beraber, devleti kurtarmaya yeterli olamamış ve devlet 1918 sonlarında tarihten silinme durumuna gelmiştir.
Atatürk her şeyden önce millî bağımsızlığı, tam bağımsızlığı, Mehmetçiğin süngüsü ile sağlamış, ancak devletin bir daha aynı duruma düşmemesi için ve ebediyen yaşaması için birtakım köklü tedbirler almıştır. Bu tedbirler Batıyı taklit için değil Türk toplumunu kendi benliği içinde çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak için araç olarak benimsenmişlerdir. Bunlar tarihin derinliklerinden gelen ve Türk coğrafyasının çağdaşlaşmak için ülkeye empoze ettiği derin sebeplerdir. Atatürk bu faktörlerin ışığında çağdaşlaşmayı öncekiler gibi sınırlı alanlarda değil, fakat bir bütün olarak ele almış, lâik bir zemin üzerinde geniş bir tabanı hedef alarak sistemli, sürekli ve kararlılıkla yürüterek modern Türkiye’yi yaratmıştır.
En büyük Türk milliyetçisi olan ve bunu “Ne Mutlu Türküm Diyene” “Bir Türk Dünyaya Bedeldir” vecizeleri ile ifade eden Atatürk çağdaşlaşmanın yozlaşmaması, taklitçiliğe dönüşmemesi ve “Millî Kimlik Çerçevesinde” gelişmesi için gerekli kurumları oluşturmuş ve Türkiye Cumhuriyetinin bütün faaliyetine akıl ve bilimin yön vermesini temel ilke olarak benimsemiştir. ATATÜRK’ ün yarattığı Türk rönesansının meyvelerini, bizden sonraki nesillerin daha çok derleyeceğine şüphe yoktur. Şayet gelecekte uygar uluslarla birlikte yaşamak, ilerlemek isteniyorsa buna da mecburdurlar.
Saygılarımla
Prof Dr. C. Gazi UÇKUN
Kalemine sağlık hocam.