Yarın Cumhuriyetimizin 97 nci yaşını kutlayacağız. İnsan ömrü için uzun gibi görünse de bir devlet için, ulus için veya rejim için aslında kısa bir süredir. Yani Cumhuriyetimiz daha genç ve yenidir. Atatürk’ün Cumhuriyeti ilan etmesindeki temel felsefe aslında bağımsız bir devlet kurmak, bağımsız ve hür bir ulus oluşturmak ve bilimin ışığında ilerlemektir.
Atatürk’ü Atatürk yapan ve tarihe adını yazdıran aslında bu iki sözcüğe olan inancıdır. Tam Bağımsızlık! Bu kavram Atatürk’ün dış politikasının; askeri başarılarının, ekonomik atılımlarının, kültürel alanda, bilimsel alanda, eğitimde yaptıklarının ve yapılmasını istediklerinin temelini oluşturmaktadır. Tam bağımsızlık kavramını birçok kez, birçok yerde dile getirmiş ve çevresince de benimsenmesi için çaba göstermiştir.
İlk olarak Misak-ı Milli’nin 6. maddesinde geçer. “ Her devlet gibi bizimde gelişmemizi tamamlamamız için özgürlük ve tam bağımsızlığa ihtiyacımız vardır. Bu nedenle siyasi, adli, mali gelişmemize engel olabilecek hiçbir kayıt kabul edilemez.” Daha sonra da bizzat Atatürk tarafından Fransız hükümet temsilcisi Franklin Bouillion’un İnönü muharebeleri sonrasında Türkiye’ye yaptığı ziyarette dile getirilir. F.Bouillion ile yapılan bir görüşmede Atatürk “ Biz yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefi ile yaşamak isteyen bir Milletiz. Her ne olursa olsun bu isteğimizden vazgeçemeyiz. Alim, cahil, istisnasız bütün Milletimiz bugün bir nokta üzerinde hemfikir olmuş ve bu uğurda sonuna kadar kanını dökmeye karar vermiştir. Bu da Tam Bağımsızlığımızın temini ve devam ettirilmesidir. Tam Bağımsızlık denildiği zaman kuşkusuz mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve bu gibi konuların tamamında Tam Bağımsızlığı kastediyorum. Bu saydıklarımın herhangi birinde eksiklik, millet ve memleketin gerçek anlamda Tam Bağımsız olmadığı anlamına gelecektir.”
Atatürk, kurtuluş savaşını planlarken ve icra ederken çoğu yakın silah arkadaşları ve düşün insanları da dahil olmak üzere birçok kimse başarıya ulaşılacağına inanmıyor değişik çareler, düşünceler ve kurtuluş yolları arıyor, öneriyorlardı. Ancak bu yolların ve çarelerin hiç biri Tam Bağımsızlık yolu değildi ve Atatürk’de bunu çok iyi biliyordu. Atatürk Nutuk’ta bu gelişmeleri şöyle aktarır. “ Şimdi baylar, izin verirseniz size bir soru sorayım. Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için nasıl bir karar verilebilirdi? Açıkladığım bilgilere ve gözlem sonuçlarına göre, üç türlü karar ortaya atılmıştı.
Birinci karar; İngiltere’nin koruyuculuğunu istemek.
İkinci karar; Amerika’nın güdümünü istemek,
Bu iki düşünce Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerin düşünceleridir.
Üçüncü karar; bölgesel kurtuluş yollarıyla ilgilidir. Örneğin bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devleti’nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Bazı bölgelerde, Osmanlı Devleti‘nin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına oldu
bitti gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Baylar, bence bu kararların dayandığı bütün gerekçe ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi parçalanmış, ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu ( Anadolu) kalmıştı. Son olarak, bununda paylaşılmasını gerçekleştirmek için uğraşıyorlardı. Beyler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayalı koşulsuz tam bağımsız bir Türk devleti kurmak. İşte daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar bu karar olmuştur. Bu kararın dayandığı en sağlam düşünce ve mantık şuydu: Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanır. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık önünde uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamaz. Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü, uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir. Bu aşağılık duruma gerçekten düşmemiş olanların isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa, Türk’ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir. Öyleyse ya bağımsızlık, ya ölüm! İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır. “
Kapitalist emperyalizme karşı tarihte ilk kez ulusça verilmiş ve kazanılmış olan ilk kurtuluş savaşı tam bağımsızlık için yola çıkılan ve başarıya ulaşılan bir savaş olmuştur. Küreselleşen Dünya’da her devlet birçok devletle az veya çok işbirliği yapmaktadır ve yapacaktır da. Dünya’nın süper güçleri(ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa) bile diğer devletlerle ittifak ve işbirliği antlaşması yapmaktadır. Mal veya hizmet almakta veya satmaktadır. Bundan kaçınmak mümkün değildir. Ancak, burada esas olan her devletin hiçbir zorlama altında olmadan kendi özgür iradesiyle ve ulusal çıkarlarının bir gereği olarak, diğer devlet veya devletler grubu ile işbirliği yapması, gerektiğinde de bu işbirliğini yine kendi özgür iradesiyle sonuçlandırıyor olmasıdır. İşte gerçek anlamda tam bağımsızlık budur.
Kapitalist emperyalizme karşı tarihte ilk kez ulusça verilmiş ve kazanılmış olan ilk kurtuluş savaşı tam bağımsızlık için yola çıkılan ve başarıya ulaşılan bir savaş olmuştur. Günümüzün aydın geçinen küçük aydıncıkları her ne kadar Kurtuluş Savaşı’nı küçümseseler de, görmezden gelseler de bu böyledir. Örneğin, günümüzde petrolden elde ettiği milyarlarca doları olmasına rağmen birçok Arap ülkesine Dünya kamuoyu bağımsız ülke diyememektedir. Bir ülkenin tam bağımsız olabilmesi, ekonomik, askeri, kültürel, siyasi alanlarda bağımsız olması ile ilgilidir. Bunlardan her hangi birinde kaybedilen, zedelenen veya şüpheye düşülen bağımsızlık tam bağımsızlığı yok eder. Türkiye, özellikle 1950’li yıllardan sonra izlenen ekonomik politikalar, dış ilişkiler ( Siyasi ve askeri) sonucunda 2000’li yıllara bağımsızlığını zedeleyen bir yapı ile açıkçası şeklen bağımsız olarak girmiştir. Dış borç stoku her geçen gün artmış, borçlanılan ülke, kurum ve kuruluşların güdümüne girilmiştir. Kendi iç işlerinde bile dışarıdan icazet bekler ve ister duruma gelmiştir. Tarım ülkesi olmamız ve 1980’li yıllara kadar dünyada kendi kendine yeten birkaç ülkeden biri olarak gösterilmemize rağmen şimdi neredeyse tüm tarım ürünlerinde dışarıya bağımlı hale gelinmiştir. Askeri alanda ulusal sanayimiz bir türlü kurulamamış, ulusal projeler hayata geçirilememiş kurtuluş savaşı döneminin mandacı zihniyeti etkili olmuş ve askeri sanayi dışa bağlı olarak gelişmeye mahkum kılınmıştır. Dış ilişkilerde, komşularla olan ilişkilerimizde ABD ne der, AB nasıl bakar gibi bağımlı, sakat bir zihniyet hakim olmaya başlamıştır. Örneğin komşularımızla olan sorunlarımızı kendimiz, kendi çıkarlarımız için çözmüyor yukarıda adı geçen egemen güçler istediği için masaya oturuyoruz veya oturtuluyoruz. Bin yıldır birlikte yaşadığımız kardeşlerimizle aslında var olmayan ve yapay olarak oluşturulmuş sorunları çözmek için bile izin ve icazet bekler duruma gelindiği zamanlar olmuştur..
Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışının günümüz Türkiye’sinin bağımsızlık yolunda atacağı adımlara referans olması veya referans olarak benimsenmesi bu ulusun ve devletin tek çıkar yolu olacaktır ve bu vazgeçilmez bir gerçektir. Aslında önümüzde yol bellidir ve açıktır. O yol da büyük Atatürk’ün çizdiği yoldur. Karamsarlığa kapılmanın, gelecekten umutsuz olmanın yeri ve zamanı değildir. Bankalarınız özelleştirilmiş, çimento, şeker, dokuma, halı, kağıt, çelik fabrikalarınız, rafinerileriniz, limanlarınız, yollarınız, köprüleriniz satılmış olabilir. Her şey satılmış olabilir yeter ki damarlarınızdaki asil kan satılmış olmasın. Kendisini, aklını, ruhunu satmış olanların ve egemen güçlerin emrine girerek vatanına, ulusuna, tarihine, bu büyük ulusun kardeşliğine saldıran, silah çeken, kan dökenlerin verdiği zararı hep birlikte gördük yaşadık. Tam bağımsız ol(a)madığımız sürece bu habis ur’lar her zaman büyüyüp gelişecek bir ortam bulacaklardır. Büyük Atatürk’ün sözüyle bitiriyorum “Milletin Bağımsızlığını yine Milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” İşte 97 yıl önce Cumhuriyet bunun için ilan edildi. Bu ülkenin çocukları el kapılarında sürünmesin, oradan buradan birkaç dolar gelecek diye sekiz takla atmasın, bu toprakların zenginlikleri ona buna peşkeş çekilmesin, hiçbir hain göz topraklarımıza ve mavi vatanımıza kem bakışlarla bakmasın, hiçbir çocuk aç ve açıkta kalmasın, gelecek kaygısı taşımasın, kimsesizlerin kimsesi, garip gurebanın sesi olsun diye Cumhuriyet ilan edildi. Nice yüzyıllara erişmek dileğiyle ilelebet var olsun şanlı Cumhuriyetimiz ve ebediyen yüreklerimizde yaşasın bu ülkenin kurucusu büyük Atatürk ve onun silah arkadaşları.
Hoşçakalın